Paylaş
Televizyonlarda o insanların evlerinden alınıp götürülmelerini seyrettim.
Banka müdürleri, bakan oğulları... Siyah gözlüklerin arkasına saklanmaya çalışan insanlar.
İki kollarında polis, başları önlerine eğilmiş.
***
Gözümün önüne rahmetli Türkan Saylan geldi.
Bir sabah vakti, evinden alınıp götürülürken gözlerine çöken o büyük kırgınlığı, yıllarca uğruna medeniyet mücadeleleri verdiği ülkesinin onda yarattığı derin hayal kırıklığını yeniden gördüm.
İlhan Abi’nin alınıp götürülüşü geldi gözümün önüne. Gazeteci arkadaşlarım tek tek önümden geçti.
İçeri sokulanları, dışarı atılanları, açta açıkta bırakılanları bir kere daha düşündüm.
Arkadaşım Murat Yalçıntaş’ın bir seher vakti katiller gibi evinden alınıp götürülüşü de geldi gözümün önüne.
Teşhir edilip de sonra hiçbir şey yokmuş diye salıverilişini...
Aziz Yıldırım’ı o sabah evinin önünde yine gördüm.
Yıllarca devletin terörist diye tescillediği örgütle savaşıp da bir sabah terörist diye alınıp götürülen koskoca Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un hücresindeki yüzüne bakamadım.
Babasının, yeni doğmuş çocuk kadar küçülmüş cansız bedenini, belediyenin açtığı bir mezara indiren, Kuddusi Okkır’ın oğlunun yüzündeki ifade bir kere daha yaktı içimi.
Sonra Yarbay Ali Tatar geldi aklıma...
Hadi o şerefine, gururuna, rütbesine yediremedi, sıktı kafasına gitti bu fani dünyadan.
Geride bıraktıklarının ıstırabı var ya... İşte o ıstırabı ta şuramda hissettim.
***
Sabah o görüntülerle uyandım...
İçimden “Allah var ve onun adaleti var” cümlesi geldi...
O cümlenin ardına sığınarak rahatlamak istedim.
Bir türlü rahatlayamadım.
Sevinmek istedim.
Bir türlü sevinemedim.
Sevinmek için bir bahane yaratmaya çalıştım.
Yaratamadım.
24 saat bekledim...
Sadece şunları yazmak için.
Ben yazdım, siz lütfen, elinizi vicdanınıza koyarak okuyun.
DÜŞÜNMEK
Arkasında yine ‘o’ varsa en az iki defa düşünürüm
ŞUNLARI düşünüyorum.
BİR: Ergenekon, Balyoz ve Odatv davalarında insanlara yapılan haksızlıkların aynısı başkalarına yapılsın istemiyorum.
İKİ: İnsanların sabah gün doğmadan evlerine baskınlarla alıp götürülmelerini, daha haklarındaki iddialar bile belli olmadan kamuoyuna suçluymuş gibi teşhir edilmelerini içime sindiremiyorum.
ÜÇ: Bu operasyonun arkasından, geçmişte tanıdığım insanlara en ağır haksızlıklar yapan bir savcının çıkması kafamda derin şüphelere yol açıyor.
DÖRT: Bu operasyonun bir iktidar savaşının tam ortasında başlaması, geçmişteki şüphelerimi depreştiriyor.
İKTİDAR
Ama öteki yapılanlar da şüphelerimi depreştiriyor
Hükümetin bir anda İstanbul’un bütün polis kadrosunu dağıtması şüphelendiriyor.
Nedir bu telaş, bu korku diye soruyorum.
Olayı örtbas etmek mi istiyorlar duygusu kaplıyor içimi.
Polise daha da soğuyorum.
Komplo teorileri: Hükümet kanadının Gezi’deki gibi bizi aptal yerine koyan çapsız komplo teorilerine sığınması, kafamı karıştırıyor.
“Acaba” diyorum.
Kendilerini savunacak mantıklı bir şey bulamıyorlar mı. Siyasete daha da soğuyorum.
Savcıların değiştirilme dedikodularının çıkması, olayı “Deniz Feneri’ne mi döndürecekler” şüphesini doğuruyor.
Yargıya zaten bitmiş olan güvenim, iyice umutsuzluğa dönüşüyor....
Gazeteci arkadaş Emenike’yi unutma
O meşum günü hatırlayın, 3 Temmuz sabahını...
Şike operasyonu başlamış.
Gazetelerde çarşaf çarşaf haberler...
Televizyonlar yıkılıyor.
“Emenike’nin rüşvet alırken çekilmiş videosu varmış...”
Kaynak ne...
Ne üstünde anteti, ne altında imzası olan bir word dosyası..
Dijital bir kâğıt parçası yani...
Aradan zaman geçti... Nerede o görüntü?
Yok...
Emenike nerede, Fenerbahçe’de oynuyor. Şimdi aynı bilgi notları ortada...
“Bir bakanın rüşvet alırken görüntüsü varmış...”
Gazeteci arkadaş...
Bilgi notuna itibar etme.
Görüntünün kendini iste...
FOTOĞRAF
Yine büyük fotoğrafa değil vesikalık fotoğrafa bakacağım
Ne demişlerdi Ergenekon’da, Balyoz’da, Odatv davasında...
“Bunlar darbeci, cezalarını bulsunlar...”
Biz ne demiştik:
“Darbecisi varsa yargılayın. Ama haksızlık etmeyin, adil yargılayın.”
Ne demişlerdi o gün:
“Bu çok önemli dava. Kurunun yanında yaş da yanabilir. Büyük fotoğrafa bakın.”
Biz ne demiştik:
“Adalet varsa, en küçük vesikalığa da bakar.”
Bir de demiştik ki: “Adalet varsa, kurunun yanında yaş da yanmaz...”
Said-i Nursi’nin “Dördüncü Sual”ini hatırlatmıştık:
“Bir tek suçsuzun cezalandırılması yerine 100 suçlunun serbest kalmasını tercih ederim.”
Bugün de aynı şeyi söylüyorum.
“Yolsuzluk yapmışlarsa cezalandırılsınlar. Ama haksızlık etmeyin, adil yargılayın.”
ANLAMAK
Yargıya, polise, Maliye’ye ve Hariciye’ye dokunma
Polise dokundun. Tarumar ettin.
Gezi’de çocuk kanı döktüğünde, “Destan yazdın” dedin... Anladın mı şimdi...
Vatandaşa karşı tarafsız, vatandaşın yanında, vatandaşın polisi...
Demokrasinin yararınadır.
Herkesin yararınadır.
***
Yargıya dokundun. Tarumar ettin.
Gördün mü şimdi...
Tarafsız bir adalet, adil bir yargı, vicdanlı savcı ve yargıçlar...
Demokrasinin yararınadır.
Herkesin yararınadır.
***
Maliye’ye dokundun. Tarumar ettin.
Kızdığının üzerine vergi celladı gönderdin, vergiciyi kafa kesen bir kılıca çevirdin.
Fark ettin mi şimdi...
Tarafsız ve adil bir Maliye...
Demokrasinin yararınadır.
Herkesin yararınadır.
***
Hariciye’ye dokundun. Tarumar ettin.
Abuk sabuk teorilerinin, şahsi öfkelerinin, inanç haritalarının deneme tahtasına çevirdin. Türkiye’nin başını yedi düvelde fena halde belaya soktun. Aldın mı şimdi dersini...
Cumhuriyet’in kurduğu Dışişleri’nin akil diplomasisi hem demokrasinin yararınadır. Hem de herkesin...
Paylaş