Paylaş
Şu anda bir şey söylemek için elbette çok erken.
Aralarında bakanların çocuklarının, AKP danışmanlarının, bir kamu bankası genel müdürünün ve bir belediye başkanının da olduğu çok sayıda şüphelinin üç ayrı dosya nedeniyle gözaltına alındıklarından başka bir şey bilmiyoruz.
Hiçbir şey bilmiyoruz ama dün sabah bu haberin duyulmasından beri birçok kişi, özellikle de AKP çevreleri bununla ilgili kararlarını verdiler: Bunun arkasında Fethullah Gülen cemaatinin bir operasyonu olduğuna inanılıyor ve yorumlar bu inancın üzerinden yapılıyor.
İlk gelen haberlere göre Başbakan da bu operasyonun başlamasından çok sonra haberdar olabilmiş.
Demek ki polis şefleri ve savcılarla bir araya gelip, soruşturma dosyalarını yönlendirme olanağı bulan Başbakan’dan bu kez bu bilgiler saklanmış. Eski operasyonların böyle yürütüldüğünü biliyorduk, önceki gün Taraf’ta Emre Uslu’ya konuşan polis şeflerinden bir kez daha öğrenmiştik.
Saklanmış olması da doğal, aralarında bakanların çocuklarının da bulunduğu bir operasyonu haber vermiş olsalardı, Başbakan zaten bunu engellerdi.
Şimdi tarafların neler diyeceklerini biliyoruz, aşağı yukarı tabii!
Bir taraf büyük bir yolsuzluk olduğunu, operasyonun yolsuzluklara karşı yapıldığını, cemaatle bir ilgisi olmadığını söyleyecek.
Diğer taraf aksini iddia edecek.
Nitekim Başbakan, dün Konya’da bunun “hile” olduğunu söyledi ve son günlerde çok sık kullandığı “çeteler önünde boyun eğmeyeceği” cümlesini tekrarladı.
Bu aşamada söylemek istediğim bazı şeyler var ki daha önceki operasyon rüzgârlarında da aynılarını söylemiştim:
-Operasyonun sabaha karşı ev baskınlarıyla yürütülmesi gerekiyor muydu? Çok eleştiren bu uygulamadan artık vazgeçilmiş olduğunu düşünüyorduk.
-Gizli kalması gereken hazırlık soruşturması süreci gazetelere sızdırılacak mı? Eski seri operasyonlarda bunu çokça yaşamıştık, kamuoyunda gözaltına alınanlar ile ilgili şüphe ve kanaat yaratmaya yönelik bu uygulamaları da eleştirmiştik. Bakalım yine aynı şey olacak mı?
-Hükümet “Yargı bağımsızdır, soruşturmanın sonucunu bekleyelim” diyecek mi?
Hukukun yerini keyfilik almış!
CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ın tahliyesine neden olan Anayasa Mahkemesi kararı çok açıktı: Seçilmiş bir kişinin hapiste tutulmaya devam edilmesi, Anayasa’nın seçme ve seçilme hakkının ihlalidir!
Nitekim Diyarbakır’daki 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne savcının verdiği mütalaa da bu yöndeydi.
Savcı, milletvekili seçilmiş bulunan tutukluların cezaevinde tutulmaya devam edilmesinin Anayasa’yı ihlal etmek anlamına geldiğini söylüyordu.
Diyarbakır’daki 5. ve 6. Ağır Ceza mahkemeleri, bu mütalaaya aldırmadılar. Buna aldırmadıkları bir yana asıl takmadıkları merci Anayasa Mahkemesi’dir.
Kararlarında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararın Mustafa Balbay’ın şahsı ile ilgili olduğunu, çünkü bireysel başvuru sonucunda alındığını söylüyorlar ki hukukun bu derece eğilip bükülebilmesi karşısında şaşırmamak mümkün değil.
AİHM kararları da bireysel başvurular sonucunda alınıyor ama o kararlar ile oluşan içtihat, ülkemizde iç hukuk kuralı demek, Anayasa böyle emrediyor.
Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi’nin kararı elbette Balbay’ın bireysel başvurusu sonucunda bireysel bir karardır ama yazdığı gerekçenin Türkiye’de mahkemelerin uyması zorunlu olan bir içtihat olması gerektiğine de kuşku yok.
Mahkemelerin verdiği bu karar son derece keyfi bir karardır ve bir hukuk düzeninde keyfiliğe yer olamaz.
Tebessümle okuduğum bir yazı
MANSUR Yavaş’ın CHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olması ile ilgili haberlerden sonra bu tercihe CHP içinde muhalefet de başladı.
Hiç yadırgamıyorum. CHP’de esas olan iktidara gelmekten önce “küçük olsa da benim olsun” anlayışıdır.
Seçim kazanmaktan daha önemli olan parti içinde iktidar sahibi olmayı başarmaktır, bu partinin genlerinde böyle bir durum var.
Bu nedenle “dışarıdan gelmiş birinin” seçim kazandırma olasılığı olan birisi de olsa, CHP içinde hoş karşılanmamasına şaşırmamak gerek.
Ama dün başka bir şeye şaşırdım.
Normal olarak AKP’ye yakın olanların, AKP ideolojisini savunanların CHP’nin seçim kazanmamasını istemeleri gerekir. Siyasetin doğası budur, çünkü rakip bir partinin seçim kazanmasını kim ister ki?
Sabah’ta yazan Hasan Celal Güzel’in de normal olarak Ankara’daki seçimde AKP adayının kazanmasını istiyor olması gerekir.
Ama o, Yavaş’ın CHP’den adaylığına bakın nasıl karşı çıkıyor:
“Mansur Yavaş’ın, CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi adayı olması fevkalâde yanlıştır. Böyle bir adaylık, milliyetçi-muhafazakâr camia için bir kayıp olacaktır. Ayrıca, bu adaylık CHP için de doğru olmayacaktır. Eğer bu yanlışlık yapılırsa, bu adaylık Melih Gökçek’in oylarını azaltmaz; bilâkis arttırıcı tesir icra eder. MHP oyları da sanıldığı gibi CHP’ye gitmez. Ayrıca, CHP’nin klâsik, mezhepçi, solcu, ulusalcı oy tabanına da ters etki yapar. Herkes hesabını doğru yapmalıdır.”
Güzel’in, Mansur Yavaş’ın milliyetçi–muhafazakâr siyaset için kayıp olacağını düşünmesini anlayabiliyorum.
Ama bunu engellemek isterken CHP’ye “Sakın ha, seçimi kaybedersiniz, tabanınızı küstürürsünüz” diye akıllar vermesini nasıl karşılamalıyım acaba?
Sanırım “tebessümle” sözcüğü, bu soruya verilecek en iyi yanıt olacaktır.
Paylaş