Paylaş
Taraf yazarı Emre Uslu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması ile başlayan süreçte tasfiye edilen polis yetkilileri ile görüştüklerini dün yayımladı.
Ahmet Hakan’ın Odatv operasyonu sırasında tutuklanacağına ilişkin haberler ile ilgili olarak ilginç bilgiler veriyor.
Odatv soruşturmasını yöneten polisler Uslu’ya bazı şeyler anlatmışlar, “Hepsini yazmayacağım” dedikten sonra şöyle yazıyor:
* “Odatv davasının başından sonuna her aşamasından Başbakan Erdoğan’ın haberi vardı.”
* “O polisler bu uygulamanın esasen rutin bir uygulama olduğunu Başbakan’ın, Ergenekon davaları ve KCK davaları ile ilgili işin polisiye kısmındaki gelişmeleri adım adım takip etmek istediğini, bu nedenle de İstanbul’a her gelişinde havaalanında kendisine mutat dosyaların sunulduğunu anlatıyor.”
* “Başbakan ve yakın ekibi, Ergenekon sürecinde Aydınlık dergisi ve Ulusal Kanal’a operasyonlar yapılınca o misyonun Odatv’ye geçtiğini düşünüyor. Odatv’nin yaptığı yayınlarla kurumları ve kişileri hedef gösterdiği, Ergenekon davasına destek veren ne kadar kişi ve kurum varsa hepsine teker teker operasyonel yayınlar yaptığı da tespit ediliyor. Zaten iddianame de bu yönde düzenlenmiş durumda.”
* “Polisin Ergenekon davası sırasındaki çalışmasında elde edilen bulgular savcılarla birlikte Başbakan’a sunulunca zaten kapatma davasında Aydınlıkçıların kritik rol oynadığını düşündüğü için Odatv davasında da yürüyün ışığı verdiği belirtiliyor.”
* “Konuştuğum kaynaklar şunu net olarak ifade ediyor: Ahmet Şık ve Nedim Şener’in gözaltına alınması sürecinden de Başbakan’ın haberi vardı.”
Gel de “Vay anasına sayın seyirciler” deme!
Başbakan ve arkadaşlarının bir şüphesi, insanların izlenmesine, tutuklanmalarına, haklarında davalar açılmasına neden oluyor!
Soruşturmayı yürüten polisler, savcılar ile birlikte gidip Başbakan’a bilgi de veriyorlar.
Hani hazırlık soruşturması “gizli” idi?
Bir hukuk devletinde Başbakan’ın savcılar ile polis operasyonunu konuşması, onlara “Yürüyün” talimatı vermesi ne anlama geliyor?
Memleketin “bağımsız” yargısının haline bakın!
Başbakan, polise talimat verip dosya hazırlattırıyor, savcılara emir veriyor, sonra da gazeteciler tutuklanıp uzun süre hapiste tutuluyorlar.
Ne ileri demokrasiymiş be!
Mevzuatı değil, uygulamayı soruyorum
ÇAĞDAŞ Yaşamı Destekleme Derneği’ne karşı girişilen “Maliye operasyonu” ile ilgili olarak Maliye Bakanlığı bir açıklama yaptı.
Açıklama zaten bildiğimiz bir şeyi tekrarlıyor: Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kermes ve çelenk gibi faaliyetler ile gelir elde ettiği ve bunun vergisinin istenildiği söyleniyor.
Şöyle deniliyor: “Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği tarafından gelir elde etme amacı çerçevesinde gerçekleştirilen kermes faaliyeti ile çelenk hizmetlerinin sürekli nitelik arz ettiği, dolayısıyla derneğe bağlı iktisadi işletmenin oluştuğu kabul edilerek, anılan ‘iktisadi işletme’ nezdinde kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis edilmesi işlemi kanun ve ilgili mevzuat gereğidir.”
Maliye Bakanlığı bürokratları ile kanunların orasına burasına sıkışmış kavramları tartışacak değilim.
Bugün herhangi bir camiye bir cenaze için gittiğimizde orada onlarca derneğin çelenk bağışı topladığını görüyoruz.
Kermes gibi gelir getirici faaliyetler düzenleyerek yardım toplayan derneklerin sayısı da rahatça binleri buluyordur.
Şunu soruyorum: ÇYDD dışında bu tür faaliyet gösteren kaç dernekten böyle bir vergi talep edildi? Kaç dernekten, ne kadar vergi geliri tahsil edildi?
Bunu bilmeliyiz ki ÇYDD’ye yapılan uygulamanın “vergi terörü” ile bir sivil toplum kuruluşunu cezalandırma girişimi olup olmadığını öğrenelim.
Üniversite mi, yüksek lise mi?
YILDIZ Teknik Üniversitesi Rektörlüğü okulda öğrenci kulübünün düzenlemek istediği “Kuzey Ormanları Paneli”ni siyasi bularak yasakladı.
Panelde İstanbul’un kuzeyinde gerçekleştirilecek projelerin kent ve insan yaşamına, doğal alanlara olan etkisi tartışılacaktı.
Şehir ve İnsan Kulübü Başkanı Görkem Verdi şöyle anlatıyor:
“İzinler alınıyordu, o sırada rektörlükten çağırıldım. Rektör yardımcılarıyla görüştüm. Onlar bu etkinliğin siyasal olduğunu, bunun bir anlamı olmadığını çünkü projenin başladığını söylediler. Gerekçede tam olarak şunu söylediler: Bu ülkenin bir hükümeti var. Bu hükümet bir karar aldı. Ve bu kararın artık bir geri dönüşü yok. O yüzden devlet dairesinde bunu eleştirmenin de bir mantığı yok. Kusura bakmayın.”
Bu olayın geçtiği yer bir üniversite!
Üniversiteler, sadece bilginin aktarıldığı yerler değildir, bilgi de üretilir.
Öğrencilerin bir vizyon sahibi olmalarına yönelik etkinliklere katılmaları teşvik edilir.
İçinde yaşadıkları kentle, ülkeyle, dünyayla ilgili meseleleri konuşmaları, tartışmaları da istenir ki bir üniversite ile yüksek lise arasındaki farkı yaratan şeylerden biri de budur.
Onun için mühendislik fakültelerinde bile sosyal bilimler okutuluyor, sosyal bilimler okuyan öğrencilere matematik gibi dersler de veriliyor.
Konuşmanın, tartışmanın olmadığı bir üniversite ise yüksek lise olmaktan ileri gidemiyor.
Bir geleneği olan, bunca yıllık Yıldız Teknik’te bile konuşmaya izin verilmiyorsa, söylenecek söz de çok kalmıyor.
Aynı üniversite yönetiminin, ırkçı tweet’ler atan profesörü için kılını bile kıpırdatmadığını da bir kez daha hatırlatayım.
Paylaş