Paylaş
İnsanı delirtecek kadar...
Bitmez tükenmez bir Pollyanna’cılık...
“İyi olalım, pozitif olalım, bardağa dolu tarafından bakalım, hayat güzel, her şey iyi olacak...”
Çünkü bu ülkede, hayata başka türlü devam edebilmek mümkün değil!
İyimser olmak benim “kalkan”ım.
Ama bazen öyle oluyor ki, kalkan malkan kalmıyor.
“Hadi len!” diyorum
kendime.
“Ne iyimserliği! Görmüyor musun nasıl bir ülkede yaşadığımızı! Neresinden tutsan elinde kalıyor. Ve yaşıyorsak eğer, hayatta kalıyorsak... Tesadüfen!”
FECİ BİR ÖLÜM
Şimdi size, hiç de şaşırtıcı olmayan, bu ülke için sıradan bir hikâye anlatacağım...
Mine Yurtseverler, 70’lerinde, Tekirdağ’da yaşayan bir kadın.
O gün de torunu Selin’in doğum günü.
Ona yemekler yapıyor, İstanbul’a gönderiyor.
Bütün aile fertleriyle telefonda görüşüyor. Biricik kardeşi Nesrin’i de arıyor.
Ama Nesrin Ercan, Amerika’da çocuklarının yanında, o saatte konuşamıyorlar.
Nesrin Ercan, ablasını birkaç saat sonra geri aradığında...
Ne yazık ki Mine Yurtseverler artık hayatta değil.
Bir arkadaşına ziyarete gitmiş, dönüşte bir halk otobüsüne binmiş, evine gidiyor...
Durakta şoför onu, yasak olmasına rağmen ön kapıdan indiriyor...
Ve Mine Yurtseverler, otobüsün önünden geçerken, şoför beklemeden gaza basıyor, onu altına alıyor, 30-35 metre sürüklüyor, etraftakilerin acayip hareketleri ve çığlıklarıyla duruyor ama durduğunda artık çok geç oluyor...
Mine Yurtseverler, aptal bir acele uğruna hayatını kaybediyor!
Ölümün iyisi kötüsü olur mu bilmiyorum ama bu, feci bir ölüm.
BU KADAR BASİT Mİ
Ve insan düşünüyor:
Bu kadar mı basit?
Bir insan öldü.
Otobüsün altında kaldı.
Gazetelerin üçüncü sayfasına haber oldu.
Tabii ki davalar mavalar...
Sonuç?
Şoför gözaltına alındı, ertesi günü serbest ve yine direksiyon başında...
Nasıl olabilir böyle bir şey?
İnsan nasıl isyan etmez!
İnsan nasıl lanet etmez!
Bunun adı nasıl trafik
kazası olur!
Kardeşi Nesrin Ercan, ablasını kaybettiğinden beri kendinde değil, haklı olarak tarifsiz acılar içinde.
Ve Ercan, Mika-Der Minik Kalplerle Elele Derneği’nin kurucusu ve yönetim kurulu başkanı, yüzlerce çocuğuna hayatını aydınlatan, şu hayatta iz bırakmak, birilerine yardımcı olabilmek için çırpınıp, didinen biri...
O günden beri, “kaza” adı verilen “trafik cinayetleri”ne savaş başlatmış durumda.
Facebook sayfasına yazdıkları beni mahvetti...
Abla-kardeş ilişkisini bilen biri olarak çok üzdü.
Bütün aileye sabır diliyorum.
Başka böyle kazalar yaşanmaması için, herkesi daha duyarlı ve mücadeleci olmaya çağırıyorum...
SEN GİTTİN BEN BİTTİM
Mine’m,
Geçen hafta bu saatlerde bir daha, “Kardeşiiiiim” diye sana seslenmeyeceğimi bilmiyordum.
Bir daha, sevdiğimiz dizileri seyrederken bıdır bıdır konuşup, beni deli edemeyeceğini bilmiyordum.
Bir daha, hiç birlikte kahve içemeyeceğimizi, bir daha bahçe sularken seni hiç ıslatamayacağımı, bir daha sigaramı çalmayacağını, bir daha çiçeklerden konuşamayacağımızı, bir daha kandillerde mutlaka dua etmemi tembihleyemeyeceğini bilmiyordum.
Bir daha, Özgür küçükken yemek yesin diye evinin salonuna nasıl eşek soktuğunu bin birinci kez anlatmayacağını, bir daha bavullarımın içine dantelli örtüler dikmeyeceğini, bir daha beni ne çok sevdiğini artık hiç söylemeyeceğini bilmiyordum.
Her şarkının, her yemeğin, elimi attığım her ilacın, her gecenin, her sabahın, her telefonun seni hatırlatacağını, bilmiyordum.
Seninle bu kadar çok anı biriktirdiğimizi, hayatımın her aşamasında, silinmez imzalar attığını bilmiyordum.
Bütün organlarımın acıma iştirak edeceğini, böylesine üşüyeceğimi, böylesine darmadağın olacağımı bilmiyordum.
Sen gittin, ben bittim!
ACIM, DAĞLARCASINA BÜYÜK
Meğer ne çokmuşsun bende!
Hayatımdan kayıp giden herkesi, sana katmışım.
Hep benimle kalacağını düşünüyordum. Mine vefalıdır, Mine kardeşini üzmez...
Nasıl da yanılttın beni. Giderken, benden neler alıp götürdüğünü bilsen, yine gider miydin?
Direnmez miydin ölüme?
Yok, eminim ki elinden gelse, bunca sevdiğini böyle şaşkın, böyle yaralı bırakmazdın.
Hele ki bana hiç kıyamazdın...
Kuzum, benim kocaman yürekli büyümeyen ablam, canım.
Canımı da aldın gittin.
“Keşke”lerimle, “geç kalmışlıklarım”la ortada kalakaldım. Acım büyük.
Dağlarcasına büyük...
Artık kimse bana, “Soğanı şöyle kavur!” diye yemek tarifi vermeyecek, kimse beni yeni bir alternatif tedavi öğrendiği ya da yeni bir dua kitabı aldığı için ısrarlı telefonlarıyla toplantılardan çıkarmayacak.
Durmadan kaybettiği cüzdanı, kredi kartları ve telefonuyla uğraştırmayacak. Ah be bir tanem, meğer ne lüksmüş bütün bunlar!
Hayatımdaki en güzel renklermiş!
SONUNA KADAR SAVAŞACAĞIM
Benim güzel ablam bir trafik kazasında ölmedi.
Bir cinayete kurban gitti!
Ablam, bir şoförün gereksiz acelesi, ihmali, dikkatsizliği, saçmalığı yüzünden öldü.
Kim bana bunun sadece bir kaza olduğunu söyleyebilir!
Hangi mantık, o şoförün hâlâ serbest ve direksiyon başında olmasını açıklayabilir!
Adaletin işlediğine beni kim inandırabilir!
Empati yapın lütfen.
Mine Yurtseverler’in yerinde küçük çocukları olan bir anne de olabilirdi, evine ekmek götürme telaşında olan bir baba da, ana-babasının her şeyi olan bir evlat da, sevgiliniz de, kocanız da, karınız da, hatta siz de...
Kim garanti edebilir olmayacağınızı...
Ben vazgeçmeyeceğim ve savaşacağım!
Otobüs firmaları, belediyeler adam gibi, ruh sağlığı yerinde, meslek etiğine saygılı sürücüler çalıştırsın.
Hayatımız, sokaktan toplama ucuz şoförlere emanet olmasın.
Eğitimden geçsinler, geçmeyenler direksiyon başına oturamasın!
Bu davalara, elde olmayan kazalar muamelesi yapılmasın, cinayet davaları gibi ele alınsın.
Ciddi kusuru bulunanlar meslekten men edilsin.
Ben vazgeçmeyeceğim, ömrüm yettiğince bu meseleyle uğraşacağım.
Birileri daha bu acılarla kahrolmasın diye savaşacağım.
Siz de var mısınız?
GEÇMİŞİMLE SANA GÜLE GÜLE
İçine doğduğum ailenin son bireyi Minnoş’um, geçmişimle sana güle güle...
Oradakilere, yokluklarına alışmayı hâlâ beceremediğimi ve sizi kıskandığımı söyle.
Beraberliğin tadını çıkarın.
Güzel renkler, mis kokular, en parlak ışıklar ve en güzel çiçekler sizinle olsun.
Dilerim, o çok sevdiğin deniz ve yakamozlar eksik olmaz. Şimdilik hoşça kalın.
Öptüm sizi koklayarak...
RUHUN BU SANDALYEDE DİNLENSİN
Afrikalıların şöyle bir geleneği var, sevdiğiniz birini kaybettiğinizde, bahçeye bir sandalye koyuyorsunuz...
Ki...
Ruhu gelsin ve o sandalyede dinlensin...
Biz de oğlumun bahçesine, torunlarımla bu sandalyeyi boyayarak koyduk ki...
Canım ablam Minoş’umun ruhu geldiğinde, oturup dinlensin, o çok sevdiği çiçekler içinde...
Paylaş