Paylaş
Bu parayı biz vatandaşlar teorik olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne emanet ederiz, hükümetlere değil.
Türkiye Büyük Millet Meclisi de, her yıl (tam da bugünlerde yaptığı gibi) hükümetin hazırlayıp gönderdiği bütçe kanununa bakar, gelecek yıl paraların nereye harcanacağına kalem kalem karar verir.
Evet, ‘Bu yıl şu kadar parayı şu proje için harcayacağım’ diyen, yönlendirici güç hükümettir ama onayı Meclis verir; Meclis isterse hükümetin bu önceliğini değiştirebilir, paranın başka bir yere harcanmasına da karar verebilir.
Meclis, verdiği yetkiyle harcanan paraların sahiden yerinde harcanıp harcanmadığını ve harcama yapılırken gereken usullere uyulup uyulmadığını Sayıştay isimli yüksek yargı kurumu aracılığıyla denetler.
Geçmişte başka türlüydü ama günümüzde Batıdaki yaygın uygulama iktidarların yapmak istedikleri yatırımlar ve işler için birer performans kriteri belirlemesini gerektiriyor.
Yani diyelim Karayolları Genel Müdürlüğü, yatırım bütçesi isterken, ‘Ben bu yatırımları şu şu şu hedefleri gerçekleştirmek ve bu yolla topluma bir fayda sağlamak amacıyla yapıyorum’ diyor. (Geçmişte Karayolları Genel Müdürlüğü, çok trafik kazası olan kimi ‘kara nokta’ların düzeltilmesi için bütçe istedi, sonra da bu düzeltme işini yaptığını trafik kazası sayısındaki azalmayla kanıtladı.)
Bu performans hedefi Sayıştay’a söyleniyor. Sayıştay önce performans hedefinin gerçekçi olup olmadığına, ekonomik olup olmadığına vs bakıyor. Sonra Meclis bütçeyi onaylarsa bu kez o bütçenin alınması için gösterilen performans kriterinin gerçekleşip gerçekleşmediğine bakıyor Sayıştay.
İstanbul’un 3. köprüsü ile yeni havaalanı için hükümetin koyduğu performans kriterinin söylendiği kadar araç ve yolcu geçmesi olduğunu varsayalım.
Bu iki projeye Sayıştay bu kadar araç ve yolcu geçişi talebi olup olmadığını sorgulayarak bakacaktı.
Türkiye’nin görece fakirliği bir yana, çok zengin bile olsak kısıtlı kaynaklarımızı çok büyük bir dikkatle ve kılı kırk yararak harcamamız gerektiği aşikar.
Ama biz, mesela yapıldıktan neredeyse 20 yıl sonra bile hala daha tam kapasitesine ulaşamamış olan Ankara çevre otoyolunu bir ölü yatırım olarak yapmış, kullanmadan eskitmiş bir savurgan ülkeyiz. Veya yine Ankara’da Esenboğa yolunda 2008 yılında bitmiş TOKİ binalarını satamamış ve boş tutmaya devam eden bir bonkörlüğümüz var.
Tersi örnek: İlk otoyolumuz olan Gebze-İzmit otoyolunu eksik kapasiteli ve sadece iki şeritli yapıp sonra bu yolu genişletmek için dünyanın parasını harcamak zorunda kalmış bir ülkeyiz.
Şimdi acaba yeni havaalanı ve 3. köprü de böyle yanlış hesaplanmış, gösterişli ve şık olmakla birlikte çok ama çok uzun süre ekonomik ve verimli olmaktan uzak yatırımlar mı olacak? (Bu iki yatırımın doğaya ve İstanbul’un genişlemesine yapacağı etkileri tartışmıyorum henüz.)
Kimileri konuyu ‘Karşı olmak-Yana olmak’ parantezine sokmaya çalışıyor. Oysa keşke konu bu kadar basit olsaydı.
Eğer ihtiyaç varsa kuşkusuz köprü de havaalanı da yapılacak.
Mesele de bu zaten: İhtiyaç var mı? Yapılan köprü ihtiyacı karşılayacak mı? Havaalanı söylendiği kadar verimli ve dolu olacak mı?
Bu soruları havaalanı ve köprü için sormakta bir hayli geç kaldığımız ortada. Umarım ‘Kanal İstanbul’ için zamanında sorarız.
Paylaş