Paylaş
Cengiz Çandar ve rahmetli Mehmet Ali Birand hakkında hazırlanan bir andıcı manşetten yayınladım.
Tuzağa düşürüldüm...
En az 15 canlı yayında...
En az 4-5 mülakatta...
En az 6-7 yazımda özür diledim.
Önceki gece andığımız Mehmet Ali’nin gözlerinin içine baka baka...
“Bu ayıbı, hayatımın sonuna kadar taşıyacağım” dedim...
Ve sözümü tutuyorum...
Taşıyacağım...
* * *
Bana hep sordular, şimdi ben de başkalarına soruyorum:
-Elyazısıyla yazılmış, uydurma bir şemayla, beni, Enis Berberoğlu’nu, Bekir Coşkun’u, Hüseyin Gülerce’yi, Selahattin Sadıkoğlu’nu, “Ergenekon’un medya ayağı” ilan edenlere...
Bunu hazırlayanlar, servise koyanlar kimdir bilmem.
Ama bizleri manşetten “Ergenekoncu”, “darbeci” ilan edenlere sesleniyorum.
Küçücük de olsa, bir özrü hak etmedik mi...
Kendimden vazgeçtim... İstemiyorum ve beklemiyorum. Umurumda değil.
Ama başka insanlar var ki, onlar artık yok...
Birilerinin onlar adına sorması lazım.
* * *
-KUDDUSİ OKKIR adını hatırladınız mı?
Hani şu gazetelerin manşetlerinden “Ergenekon’un kasası” ilan edilip de cezaevinde can çekişerek ölen insanı...
Hani cenazesi belediyenin yardımıyla kaldırılan insanı...
O manşetleri atanlara soruyorum:
Bugün içinizden, size o “malları” sızdıranların yakasına yapışmak gelmiyor mu?
“Hani kardeşim nerede o kasa? O paralar nerede?” diye sormak...
Harcanmış tek kuruşun belgesini bulabildiniz mi...
Babasının üç grama düşmüş bedenini mezara indirirken ağlayan o çocuktan...
Hüznünü hâlâ atamayan eşinden özür dilemek içinizden gelmiyor mu...
* * *
-YARBAY ALİ TATAR ismini bile duymak istemiyorsunuz değil mi...
Söyleyin, o manşetleri arşivlerden silmek mümkün olsa ne kadar mutlu olurdunuz, görmeyen vicdanınız ne kadar rahatlardı değil mi..
Davalar bitti...
Hani “ıslak imza..”
Hani, “PKK’yla ortak uyuşturucu kaçakçılığı yapan örgüt..”
Bir kere tutuklatmıştınız, yetmemiş, ikinci defa tutuklatmıştınız...
Şerefli bir komutandı, gururuna yedirememişti. Kafasına sıkıp gitmişti...
Yahu küçücük bir özrü de mi çok görüyorsunuz...
* * *
Haddimi bilirim, kimsenin yakasına yapışmam.
Ama şurama kadar gelmiş, ümüğüme yapışıp kalmış, küçücük birkaç lafım var.
Hiç olmazsa, “Benim yaptığımı yapın” derim...
Küçük bir özür...
Nazarlardan uzak fukara mezarlarına sessizce konmuş küçük bir demet çiçek...
Ailesi, akrabası, tanıdığı, seveni, dostu affetmese de, hatta çıkıp yüzünüze tükürse de, çekinmeyin...
Bilin ki, bu ülkeye demokrasi gelecekse...
Ama öyle fasulyeden değil, öyle ileri falan soslu değil, gerçek bir demokrasi gelecekse...
Bir gün adalet dediğimiz ilke bu ülkeye hâkim olacaksa...
Vicdan denilen duygu, hepimizin yüreğinde yeniden yer edecekse...
Herkes kendi hatasını, kendi ayıbını, kendi utancını taşıyarak o vaat edilmiş ülkeye doğru yürüyecek.
O yüzden diyorum ki: Vicdansızlığın, adaletsizliğin gaddarlığın taşeronluğunu yapmaktansa, utancın gönüllü hamallığını yapalım.
Bu daha şerefli bir yüktür...
Bugün yaptıklarınla iftihar edenlere gelince, onlara da diyorum ki:
Söz konusu olan utançlarsa, evet arkadaş, benim mahallem pek tenha değil...
Ama bil ki, senin şu son 12 yıllık mahallende izdiham var, izdiham.
* * *
Son 6 yılın özel misyon mahkemelerinin gadrine uğramış bu insanları hatırlayalım diyorum.
Ama intikam ateşini yakmak için değil, tam aksine söndürmek için hatırlayalım.
Yoksa bu ülke, kan davası denilen kabile kültüründen, rövanş denilen şahsiyet deformasyonundan, intikam denilen habis duygudan kurtulamayacak...
Her intikam, bir başka intikamın kapısını çalacak... Her intikam alanın kapısında bir başkası intikam yemini edecek...
İşte o yüzden diyorum ki: Bırakın, bırakın da “Ölüler ölülerini gömsünler...”
Çünkü bu intikam ateşi, çok yuva yıktı, çok can yaktı.
Artık barışma zamanıdır.
Hilmi Özkök: MGK kararlarını açıklamak suç
ESKİ Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, bir açıklama gönderdi. Özkök’ün açıklaması şöyle:
“Hürriyet Gazetesi’nin 4 Aralık nüshasında çıkan yazınızı okudum. Çok yanlış bir temele oturtulmuş bir mantık silsilesini doğrusu size yakıştıramadım. 2004 yılında MGK’da attığımız imzaları dillendirmediğimiz için arkadaşlarımızın mahkûm olduğunu savunuyorsunuz. Detaylı yazmadığınız için tam anlayamadım. Bu imzalarla arkadaşlarımızın mahkûmiyeti arasında ne ilişki kuruyorsunuz? Demek istediğiniz; MGK’da TSK’ya irtica ile mücadele edin diyorsunuz, sonra da bu mücadeleyi yapanlar mahkûm ediliyor, sesinizi çıkarmıyorsunuz mu? Mahkemelere gidip hesap sormuyorsunuz mu? Eğer böyle demek istiyorsanız şunları hatırlatmak isterim: MGK kararlarının açıklanması suçtur. MGK sadece hükümete tavsiyelerde bulunur. İcra emri vermez. Her MGK toplantısında iç ve dış tehditler konuşulurdu ve benzeri dokümanlar imzalanırdı. Bu tavsiyeleri şayet uygun görürse hükümet icra planları şeklinde yayımlar, devlet organlarına görevler verirdi. Şimdi neden bu imzalar bu sefer gündeme böylesine oturdu? Neden Anayasa Mahkemesi’nin, irtica ile ilişkilendirerek İktidar Partisinin kapatılması için dava açabildiği bu ülkede, sırf bir Cemaat liderinin adı geçiyor diye bu kadar rahatsız olup TSK’nın eski bir komutanına rencide edici suçlamalar yağdırıyorsunuz? Şimdi de ben soruyorum. Madem ki biz o imzaları attığımızı söyleseydik herkes bu haksız mahkûmiyetlerden kurtulacaktı, aynı toplantıya katılıp aynı belgeye imza atan ve şimdi bu davalardan tutuklu-hükümlü bulunan Kuvvet Komutanları (Em. Ora. Özden Örnek, Em. Hv. Org. İbrahim Fırtına, Em Org. Şener Eruygur) neden bunu mahkemelerde kendileri veya avukatları söylemediler? Hem arkadaşlarımızı hem kendilerini beraat ettirmediler? Bunun bir sebebi olması gerekmez mi? Şayet ben bunu açıklasaymışım arkadaşlarım mahkûm olmayacaktı da, şimdi belge açığa çıktığına göre arkadaşlarım salınıverilecekler mi? Tekrar soruyorum. Neden savcılar, hâkimler, Yargıtay üyeleri ve o belgede ismi olanların tümü hakkında değil de benim ve Em. Org Yalman hakkında makale yazıyorsunuz?
Neden savcılar ve mahkeme çağırınca Ergenekon davasında 7 saat savcılara, iki gün boyunca mahkemeye tanık ifadesi verdiğimi görmüyor da, çağrılmadığım Balyoz davasında tanıklık yapmadığımı yazıyorsunuz. Eğer çağırmamak suç ise neden mahkeme üyelerini değil de
beni suçluyorsunuz? Sanık tanığı olarak niye gitmediğimi düşünüyorsanız, bir başka Emekli Genelkurmay Başkanının Kuvvet Komutanlarıyla bu şekilde gittiğinde mahkemece dinlenmediğini niçin düşünmüyorsunuz?”
Sayın Komutan ‘Keşke’ diyorum
SAYIN Özkök,
“Keşke” diyorum, yazıma gösterdiğiniz şu tepkinin yüzde birini, komutanız altında görev yapan arkadaşlarınız, düzmece belgelerle, altına sizin de imza attığınız kararlar bahane edilerek yıllarca cezaevlerinde süründürülürken gösterseydiniz.
Evet o yargıçlar etkilenmeyebilirlerdi. O adalet anlayışı epeydir vicdanlardan silindiği için beklemiyorduk.
Ama sizin komutanız altındaki arkadaşlarınız sizin vicdanınızdan o dayanışma duygusunu bekliyordu.
Çünkü onların size şu soruyu sorma hakları da vardı:
“Komutanım madem biz bunca pis iş yapıyorduk, siz komutan olarak ne yaptınız?”
Değil mi? Ne yaptınız? Onlara ceza mı verdiniz?
Şu soruyu sorma hakları da var:
24 Haziran postmodern MGK kararlarına imza atarken birileri sizin de mi kafanıza silah dayadı...
Biz vatandaşların bilebildiği kadarı ile o MGK toplantısında silah taşıma yetkisi olan en üst düzey yetkili sizdiniz.
Yani sizin Başbakan’ın çevresi gibi “Ne yapalım o dönem korkmuştuk” bahaneniz de yoktu.
Hadi mahkemelere çağrılmadınız, kamuoyu önüne çıkıp diyemez miydiniz:
“Kardeşim siz ne yapıyorsunuz? Bu insanlara suç diye yüklediğiniz şeyleri biz de imzaladık...”
Hayat sadece özel yetkili mahkeme hukukundan ibaret değil.
Vicdan ve arkadaşlık hukuku diye bir şey de var.
Paylaş