Paylaş
Biri kılıç çekip savaşa dalmak... Öbürü, dini nasihatlerle, din büyüklerinin fitneye dair sözleriyle çatışmayı durdurmaya çalışmak...
Ortada siyaseten önemli bir çatışma sebebi varsa dini nasihatlerin bunu önlemeye yetmeyeceğinin şahidi, bizzat İslam tarihidir ve insanlık tarihidir.
Ben üçüncü bir tavırdan bahsetmek istiyorum: İslami kesimin önde gelen kalemlerinden Sibel Eraslan’ın “hakemlik, dünyevileşme, laiklik” kavramlarını gündeme getirmesi... Sibel Hanım, Star’daki köşesinde aynen şöyle yazdı: “Son yaşadığımız öfkeli tartışma, tarafları artan derecede birbirine benzetirken, neredeyse laiklik işte bunun için gerekirmiş diyecek hale geldik.” (Star, 6 Aralık)
FORMASYONUN ÖNEMİ
Önce Sibel Eraslan’ın formasyonundan bahsetmeliyim. Hukukçudur; bu çok önemli bir faktör. Hukuk fakültelerinin birinci sınıfında özgürlük ve iktidar kavramları arasındaki çelişkiye ilişkin felsefeler öğretilir.
İkincisi, Sibel Eraslan, Erbakan’ın partilerinde kadın hareketinin öncülerinden biriydi; mevki, makam almadan yapmıştı mücadelesini. Bunun anlamı, dindar kadının evinden çıkarak siyasetle ve toplumla tanışmasının ona açacağı geniş ufuktur... Siyasetin bir “güç oyunu” olduğu bu pratikte daha iyi görülür.
En önemlisi, Sibel Eraslan’ın roman yazarı olmasıdır. Hz. Meryem, Hz. Hatice, Hz. Asiye ve Hz. Fatma üzerine yazdığı kitaplarda “dindar kadın” kavramının yanında “kadın” ve “özgürlük” vurgusu yapar. Eraslan’ı konu alan bir yazımda şöyle demiştim: “Kadın ve özgürlük vurgusu İslam düşüncesinde hiç şüphesiz bir yeniliktir.” (Milliyet Kitap, Ekim 2010)
Şimdi İslam düşüncesine piyasa ekonomisinin ve demokrasinin etkisiyle başka yeni kavramlar giriyor...
LAİKLİK ÜZERİNE DÜŞÜNMEK
Sibel Eraslan cemaatle AK Parti arasındaki kavgada “Barışa ve uzlaşmaya dair tüm çabalarımız sonuçsuz kaldı” diye belirtiyor. 1930’lardan gelen otoriter laikliği haklı olarak eleştiren Eraslan bugünkü durum hakkında şöyle yazıyor: “Cemaat/AK Parti çatışması, ‘laiklik’ hakkında daha ciddi düşünmeye davet ediyor bizi. Şimdiye kadar süren klasik laik/dindar çatışmasından farklı bir şeyle karşı karşıyayız. Dindarlarla dindarlar arasında gerçekleşen siyasi alan ve güç kavgası, yeni bir hakem arayışına zorluyor.”
Şimdi ben düşünüyorum: Bu hakem modern demokrasiden ve anayasadan başka ne olabilir?!
Demokrasi ve anayasa nedir? Din ayırımı yapmayan, inanç dayatmayan, otoriteyi özgürlüklerle sınırlayan bir temel hukuktur. Batı dünyasının din içi savaşlardan ve siyasi savaşlardan kurtulması da özgürlük ve çoğulculuk fikrinin gelişmesiyle, demokratik hukuk kurumlarının hakemliğiyle mümkün olmuştu.
Biz de tecrübelerle bunu özümseme yolundayız.
BARIŞIK TOPLUM
Dikkatinizi çekti mi, bu kavgada hakemlik yapmak üzere evrensel hukuk kuralları, Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin özgürlüklerle ilgili kararları hiç akla gelmiyor. Sadece siyasi savaş dili kullanılıyor.
Cemaate veya Taraf gazetesine hücum ederken hiç hukuki referans görmedim ben.
Bir noktada, hak, hukuk ve özgürlük diyerek kavgayı bitirmeyeceksek, nasıl barışık bir toplum olabiliriz?
Demek ki, barışık toplum olabilmek için, bir, çatışmaların şiddetini düşük tutmak, öfke kontrolü yapmak lazım... İki, herkesin hürriyetini teslim edecek bir hukuka, hukuk zihniyetine ve bunu uygulayacak tarafsız yargıya sahip olmak lazım.
Çağımızda “hakem” demokratik, laik hukuk düzenidir.
Paylaş