Paylaş
1- Ben iki çocuklu sıradan bir anneyim.
2- Eğitimci değilim.
3- 13 yıldır Dubai’de yaşıyoruz. Dolayısıyla bahsi geçen olaylar Dubai’de yaşanan şeyler. Ama yerin hiç önemi yok. Eğitim, çocuk, ödev üçlemesi evrensel bir gündem ve sorun maddesi.
4- Çocuklara ödev yaptırmak ciddi bir politik stratejidir, lütfen uyanık olun.
OECD PISA testinde Türkiye 65 ülke ve bölge arasında 44. olup, 1'in en düşük, 6'nın en yüksek seviye olarak kabul edildiği testte de Türkiye 2. seviyede çıkınca bu yazıyı geciktirmeden yazmam şart oldu.
Her şeyin nasıl başladığını ve geliştiğini, ödeve dair neler öğrendiğimi ve ne kadar önemli olduğunu anlatabilmem için, önce bizim kişisel/ailesel tecrübemizi anlatmalıyım.
Sabırla okuyun lütfen. Detaylı ve belki 2, olmadı 3 yazıda anlatabilmeyi istiyorum.
Ödev ailemi yedi!
3 sene önceydi.
Çocuklarımın gittiği okulun verdiği anormal ödevlerden dolayı, aile hayatımız bitikti. Sinirlerim laçkaydı. Her gece evde cinnet vardı.
Çocuklar ağlıyor, ben ağlıyordum. Karı-koca olarak da geriliyorduk. Ortak müşterek filan yoktu bu konuda. Herkesin derdi başkaydı.
Berbat bir ortam. Çalışan bir anne olarak çocuklarımla sohbeti bırakın, arkadaş olamaz olmuştum. Düşmandık biz!
Okuldan gelen ödevleri de beğenmiyordum.
Çocuğa hiçbir şey katmayan, “şimdi ezberle, sınavda doğru cevabı ver ve sonsuza kadar unut” olayıydı hep.
Üstelik o yaşta çocuğun okuldan gelip o ödevleri bitirebilmesi için tuvalete bile gitmemesi lazımdı. Yok böyle bir zulüm.
Ben de çözümü, sürekli okula mazeret bildirip o ödevleri yaptırmamakta buldum.
Harbi güzel, yaratıcı ödev gelince, “tamam” diyordum, bunu yapıyorsunuz.
Ama tabi yok böyle bir çözüm.
Okulla iyice papaz oldum.
Okula göre de, çocukların “sözüm ona başarısı” düşer oldu.
Her şey öyle saçmaydı ki!
O standart genellemelere göre yok efendim çocuğumun matematiği iyi değilmiş, coğrafyası kötüymüş! Ayol o sistemde başarılı olsa kaç yazar! Sanki her çocuk aynı şekilde, aynı zamanda mı öğrenir bi şeyi? Dahası her birinin ilgileri, algıları farklıdır.
Sistemi, öğretme ve öğrenme şeklini kimse tartışmak istemiyordu benimle. Dahası bellemişler 3-5 “iyi” öğrenciyi, onlara adamışlar kendilerini, geri kalan çocuklar kimsenin umrunda değil.
Gül gibi çocuklarım ezik, kendine güvenmeyen, sinirli tipler olmaya başladılar gitgide.
Evdeki durumsa tam kabustu!
Hepimiz yay gibiyiz sürekli. Yazarken midem bulanıyor bak yine...
Okula gittim, düşüncelerimi dile getirdim.
“Bu kadar iyi dans eden, koreografiyi bi kere görüp anında uygulayan, her ritmi hızla algılayan kızımın matematiği kötü olamaz” dedim. “Dans ve müzik matematik işi. Koreografi dediğiniz açılar, sayılar, sayımlar, dörtgenler, üçgenler, yuvarlaklar geometrinin ta kendisi...” dedim. “Bu sistem çocuğa kendi yoluyla problem çözme izni, alanı vermiyor bi de üstüne kafasına sen anlamıyorsun çivisi çakıp özgüvenini bitiriyor!” dedim.
Ben kimim bunları diyecek!
Müdür bana: “Bu okuldan ve sistemimizden tek şikayet eden sizsiniz!” dedi.
O an ayıldım. Hiç tartışmadım.
Eğer bu saçmalığa bir tek ben itiraz ediyorsam, acilen buradan kaçmam gerek dedim.
Herkes bunu kabullenmiş olamaz!
Başladım acilen okul aramaya. Ha tabi bu arada herkes bana karşı tabi. Bunca senedir gidilmiş bu okula, e liseye kadar devam şansı var filan. Ne diye rahat kaçırıyorum ki? Hem okulun referansları da süper yani. Gelecekte başarı garanti.
İyi de ayol çocukların içi geçmiş ben ne anladım o başarıdan!
Amacım belliydi:
1- Okul eve yakın olacak. Çocuk yollarda sürünmeyecek.
2- Ödev ya olmayacak, ya da az olacak. Olan ödev de kaliteli olacak.
3- Çocuğuma birey olarak bakılacak. Kendi özelliklerini geliştirmesine izin ve alan verilecek.
4- Özgüvenleri önemli. Düşünmeleri önemli. Mutlu olmaları önemli.
5- Spor çok ciddi, sanat özgür olacak.
Eve en yakın ve bu kriterlere en yaklaşan okulların hepsine başvurdum.
Kızıma başka, oğluma başka okuldan onay geldi. Biri evin sağ tarafında, öbürü sol.
Tamamen zıt yönlerde ama mantık aynı.
Kardeşim ve ben de aynı okula gidemedikti. Hatta annem buna baştan üzülmüş, ama sonucu iyi olduğundan, her işte hayır var demişti.
Ben de öyle dedim.
Dönem ortasıydı, hiç düşünmeden aldık o okuldan çocukları, verdik ikisini de kabul gördükleri okula.
Ha tabi bakın bunları çocuklarımıza sorarak, onaylarını da alarak yaptık.
El kadar bebe ama inanın fikri var hepsinin.
Etraf neler dedi, neler!
İki çocuk ayrı okulda çok zormuş. Delilikmiş bu yaptığım.
Evet anne-baba için 2 ayrı okul zor. Ama iki çocuk aynı değil ki!
Ama acayip ilginç bir şey oldu. Aynı okula giderken bin tane sorun yaşayan ben, iki ayrı okula gitmeye başladıklarında sorunlar azaldı.
En basit örnek:
Eve gelip okulda olan biteni anlatacaklarken birbirilerinin lafını sürekli: “ben biliyorum zaten onu..” diye keser, sonra sen anlatmama izin vermedin diye bozuşurlardı.
Farklı okullar olunca, herkes birbirinin hikayesini merak eder, sonuna kadar dinler oldu.
Bu ilk adım, hayatımızda her şeyin dönüm noktası oldu.
Şimdi geleyim ödevin nasıl sisteme köle yetiştirmeye yaradığına.
Kızımın okulundaki gencecik tarih öğretmeni, velilerin her Allah’ın günü kapısına dayanıp:
“Çocuklara neden az ödev veriyorsunuz, neden ödev vermiyorsunuz, şu kadar ödev verin, bunu vermeyin, onu verin, günde kaç dakika ödev yapsın, bana çocuğa her gün ne yaptırayım söyleyin?” şeklindeki bitmek bilmeyen soru(n)larından bunalınca, herkesi toplantıya çağırdı.
Bir sunum yaptı.
O genç tarih öğretmeni;
“Uzun süren, oldukça kapsamlı bir araştırma yaptım. Sizlere neden sürekli ödev düşünüyorsunuz, neden sürekli çocuklarınıza ödev yaptırmak istiyorsunuz ve neden sürekli bu konuda bizlere karışıyorsunuz anlatmak istiyorum.”diyerek başladı söze.
Ödevin “Avrupa” bazlı doğuş tarihçesinden aldı konuyu, günümüze getirdi.
180 slaytlık bir sunumdu.
Sunumunun sonunda bize:
“Şimdi hanginiz Hitler dönemi Avrupa’sının, hanginiz Reagan döneminin, hanginiz soğuk savaş, hanginiz çiçek çocuklar, hanginiz Thatcher döneminin eğitim politikalarının ürünüsünüz bunu düşünmenizi istiyorum.
Lütfen hangi politik dönemin eserisiniz iyi ve dürüstçe düşünün. Kendi anne-babanız hangi dönemde yetişmiş bunu da irdeleyin. Çocuğunuza, bu çerçevede, nasıl bir ürün haline getirmeye çalıştığınızı bir kere daha değerlendirin lütfen.
Ondan sonra ödev konusunda hala ısrarcı mısınız, tartışmaya hazırım...” dedi.
Sustu.
Salonda yaklaşık 200 veliydik.
Sunumun sonunda veliler olarak hepimiz dayak yemiş gibiydik. Çok anormal bi şey yoktu oysa anlattığı.
Hepimizin bildiği şeylerdi aslında.
Sadece o dönemlere “ödev bilinçli ve ödev odaklı” bakmamıştık. Bize bilgi veriyordu ödevin ideolojik tarihçesine dair.
Hepimiz, nasıl bir politik sistemin, nasıl bir politik güdümleme döneminin çocukları olduğumuzu anlıyor, kendi çocuklarımıza neyi nasıl da farkında olmadan yaptığımızı anlayıp yüzleştiğimizden bi fena hissediyorduk o sırada.
Hani hep bilirsin eğitim çok politik ve ideolojik bir şeydir; ama kendini bi türlü onun içinde görmemişsindir ya, hah işte biz kendimizi o “sistemin” içinde görüvermiştik birden.
Bize ne yapılmıştı da biz böyleydik?
Koyun millet kavramı nasıl da gerçekti.
Çiçek çocuklar nasıl doğmuştu...
Allah’ım ne kadar şak diye anlatmıştı o gencecik öğretmen bize bunları...
Asyalı anneler hala direniyordu. Ödevde ısrarcıydı onlar. Ama artık buna şaşırmıyordum.
Hintli anneler kızgındı ve bu sunuma inanmak istemiyordu. Onları da anlıyordum.
Bazı Avrupalı anneler, sunumu çok “ağır” buldu. Yani hakaret gibi geldi. Haksız değillerdi.
Bengiller ise sayımız azdık ve gülümsüyorduk.
Ben acayip rahatlamıştım. Belki işime geldiği için, belki de içsesimin doğru çıktığının teyidini aldığım için.
Size o sunumdan alıntılar yapmak istiyorum. Öğretmenden iznim var.
Hatta keşke gelip size yüz yüze anlatsam da tartışsak bunları çatır çutur.
Soru cevap olsa.
Kafa patlatsak.
Türkiye’nin PISA sonucu dahil, hem kendimiz hem çocuklarımızın neden bu halde olduğunu zaten anlarız o vakit.
Hatta bence sokaklara dökülüp ödev ve bu saçma sapan eğitim şekline karşı yürüyüş filan da yapalım.
O kadar aşırı gıcığım ezberci ödeve!
Köle yetiştirmek istemiyorum şekerim.
Biline.
Bu yazıyı burada kesiyorum, çok uzadı.
Yarın devam edeceğim.
Merak edin bence.
Yonca
“PISAgor”
Paylaş