Dua ettim, şimdi yemeğe ve sevişmeye gidiyorum

BUTAN’dan döneli 4 gün olmuştu ve hiç vakit geçirmeden “Ye, dua et, sev” üçlememin ikincisine dalacaktım.

Haberin Devamı

Dua ettim, şimdi yemeğe ve sevişmeye gidiyorum

Torino’dan pırıl pırıl bir güneşin altında çıkmıştım. Arabamız La Morra kasabasına girerken sağ taraftaki işaretlere bakıyorum:
Yıllardır şarabını içtiğim iki bölgenin isimlerini görüyorum.
Barolo 6 km, Alba 15 km.
Arabamız Barolo istikametine yöneliyor.
Arkamda, ülkemde muhafazakârlık bahanesi altında, hayatı giderek sıradanlaştıran, hatta öldüren bir iklim.
Önümde ise yaşamayı, hayatın bütün zevklerini tadarak, yaşamayı seçmiş bir bölge ve halkı...
Butan’da çok dua ettim.
Burada az yiyeceğim ama yediğimi gökyüzü gibi içime çekerek yiyeceğim. Yaşamanın en güzel gustosunu tadacağım.
Üçlemenin “Sevmek” kısmını eksik bırakacaktım.
Ama bir gece önce, bir şarap şişesinin başında dinlediğim hikâyenin, bana eksik bıraktığım “aşk”ın kapısını da açacağını aklımdan bile geçirmemiştim.
Aşk burada da beni bulmuş ve “Ye, dua et, sev” üçlemem tamamlanmıştı.
Bayanlar baylar, şimdi “sevişmeye” gidiyorum. Vakit kalırsa yemek de yiyeceğim.

Haberin Devamı

Not: Yazıları bölüm sırasıyla okumanızı dilerim

Bölüm 1Dua ettim, şimdi yemeğe ve sevişmeye gidiyorum

Kralın metresinin koynundayım

ÜZERİNDE “Mirafiori” yazan şişeyi eline alan bıyıklı adam, doldurduğu kadehi hafifçe yukarı doğru kaldırıp bir süre rengini seyretti.
Bir yudum aldı, ağzının kenarında dolaştırdı ve konuşmaya başladı:
“Her şey 1847 yılında Racconigi’de başladı.”
Şaraptan bir yudum daha aldı ve devam etti:
“Tam anlamıyla, ilk görüşte aşktı...”
Adamın adı Vittorio Emanuele’di ve 27 yaşındaydı.
Kız ise henüz 14 yaşındaydı ve adı Rosa Vercellana...
“Ama herkes onu Bela Rosin diye bilirdi...”
“Güzel Rosin...”

Kadehi bana uzattı, “Salut” diyerek devam etti:
“Hoş hiç de öyle güzel bir kadın değildi ama harikulade sarmısaklı tavuk yapardı...”

KRALIN, ŞEHİRLİ KADINLARDAN ÇOK KÖYLÜ KIZLARA ZAAFI VARDI

Genç adam herhangi biri değildi.
Sardunya Kralı’ydı ve 14 yıl sonra Vittorio Emanuel II adı altında bütün İtalya’nın ilk kralı olacaktı.
Genç kız ise Savoy ordusunda bir trampetçinin kızıydı. İlk bakışta aşktı ve genç kız daha o gün kralın metresi olacaktı. Ertesi yıl ilk çocukları olacaktı. Çocuğa, babasının adı verilecekti. Emanuel Alberto...
O çocuk bugün o bölgede hâlâ “kralın aşk çocuğu” olarak biliniyor.
Bıyıklı adam, “Kralın soylu kadınlardan çok, köylü kızlara zaafı vardı” diyor.
Çiftlikten çok küçük bir köyü andıran binaların kapısından girerken, bir gece önce içtiğimiz harikulade şarabın da hikâyesi başlıyordu.
Hem de nasıl bir hikâye...
Aşk, aldatma, entrika, tutku, siyaset, savaşlar, hüzünler...
Ve hayal kırıklıkları... Bu son durakta, şarabın hikâyesi, benimki ile kesişiyor.

Haberin Devamı

AŞK KADINIYDI KÖPEKLERİN YATAK ALTINDA YATMASINA İZİN VERİRDİ

17 Ağustos 1858 günü, Serralunga d’Alba kasabası Şehir Konseyi, bir satış işlemini onayladı.
Bu işlemle, kasabanın hemen kenarındaki 52 dönümlük arazi, Sardunya Kralı İkinci Vittorio Emanuel’e geçmişti. Tapuda “Mirafiori-Guerrieri” üzerine geçen binalar, kralın metresi Rosa’dan doğan iki çocuğu üzerine yapılmıştı.
Araziyi, bir gün Kont Cavour’la birlikte at üzerinde dolaşırken keşfetmişti.
Yani ileride İtalya Birliği’ni kuracak olan insanla.
Arabamızın kapısından girdiği “Fontanafredda” işte o gün doğdu. Burası artık, gözlerden saklanmayan evlilik dışı büyük bir aşkın ve iki aşk çocuğunun köyüydü.
Bir gece önce harika bir beyaz truflu yumurta eşliğinde içtiğimiz olağanüstü Mirafiori şarabı işte burada doğacaktı.
Ama şaraptan önce oralarda epey tutku ve şehvet akacaktı.
Kral İkinci Vittorio Emanuel, köylü kadınlara düşkündü ama bu, onun şehirli kadınlara hiç ilgisi olmadığı anlamına gelmiyordu.
Prunetto Şatosu’nda Avusturyalı balet Sofia Keller’le yaşadığı aşk, bunlardan sadece biriydi. Bela Rosin, hem çok âşık hem çok akıllı bir kadındı. Bu ilişkileri bilir, sesini çıkarmazdı. Sessiz kaldığı her öteki kadın, ona ya bir tapu ya da unvan olarak dönerdi. Mesela “Mirafiori ve Fontanafredda Kontesi” ilan edilmek gibi...
Netice kral ara sıra başka bir kadına giderdi ama sonunda koynuna döndüğü tek kadın oydu. Üstelik en iyi sarmısaklı tavuğu o yapıyordu.
Bir de kralın av köpeklerini, yatağının altında yatırmasına izin veren kadınıydı o.

Haberin Devamı

Bölüm 2

Üşüten kral ölürken Bela Rosin yanında yok

Fontanafredda ve Mirafiori’nin hikâyesi böyle büyük bir aşkla başladı. Köylü kızı Bela Rosin, bugün bile hala, “Kraliyet metresi” olarak biliniyor.
Oysa İtalya’nın ilk kralı, onunla üç nikah yapmıştı.
Önce, 1869 yılında Floransa’da dini nikah kıymıştı. Bu evliliği yaptığında 8 yıldan beri İtalya’nın kralıydı. 1877 yılında ise Roma’da resmi nikahı tamamlamıştı.
Her aşk hikayesinin bir sonu vardır.
Kral İkinci Vittorio Emanuel 1878 yılında aniden öldü. Ciğerleri zayıf bir insandı ve dışarda kaldığı bir av gecesinde üşütmüş, iki ay sonra da ölmüştü. Öldüğünde iki çocuğu baş ucundaydı ama hayatının en büyük aşkı Bela Rosin yoktu. Bazıları, yetişemediğini söylüyorsa da başka bazıları Katolik İtalyan’ın “ahlak muhafızlarının” o gece kadının yolunu kestiği ve oraya gitmesine engel olduğunu söylüyor. Bir kadın asil olmadığı takdirde, evlense de metres kalmaya mahkûmdu.
Fontanafredda’nın eski şarap fıçılarının arasında dolaşıyoruz. Ev sahibim bana her fıçının tarihini tek tek anlatıyor. Bir ara durup, “Seni çok ilginç bir yere götüreceğim” diyor. Küçük bir arkın altından geçiyoruz. Dışarıdan bakıldığında fark edilmeyen bir kapıdan geçtiğimizde, kendimizi daracık bir yeraltı tünelinde buluyoruz.
Ancak dik yürüyebileceğimiz yükseklikteki dehlizde yürümeye başlarken ev sahibim, “Bunun hikâyesini dehlizin sonunda anlatacağım” diyerek, olaya bir nevi “Gül’ün Adı” gizemi veriyor.
100 metre kadar yürüdükten sonra dehlizin hikâyesini dinlemeye başlıyorum.

Haberin Devamı

Bölüm 3

Yeni krala verilen mektuplardan gizli bir dehlizin hikâyesi çıkıyor

KADINLARI anlamak kolay değildir. Kralın ölümünden hemen sonra çok ilginç bir gelişme yaşanıyor. İkinci Vittoria Emanuel’in karısı Rosa, İtalya’nın yeni kralı Birinci Umberto’ya haber göndererek, “Size vereceğim bazı önemli mektuplar var” diyor. Her yeni kral, eskisinin iç çamaşırlarını görmekten mutlu olur. Birinci Umberto da bu güzide Akdeniz töresini yıkacak adam değildi. Neticede mektuplar getirilir. Mektupları biliyoruz, ama baş başa ne konuştuklarını kimse öğrenemedi. Bilinen şey ise Rosa’nın bu hizmeti karşılığında aldığı küçük hediyeydi. Sommariva Perno Şatosu...
Mektuplarda eski kralın sahip olduğu bağların, varlıkların geniş bir listesi vardır. Ama yeni kralın asıl ilgisini çeken şey, esrarengiz bir tünel olacaktı.
Bu tünel, kralın ölümünden iki yıl önce keşfedilmiştir. Keşfedenin kim olduğunu tahmin etmek de hiç güç değildi. Elbette âşık olduğu kadın Bela Rosin keşfetmişti bu tüneli.
Keşfeder keşfetmez kendi kendine şunu sormuştu: Bir kral böyle bir tünel yaptırır da niye kendisinden bile saklar?
Efsaneye göre, kral bu tüneli, başka kadınlara gizlice kaçış yolu olarak kullanırmış. Efsaneler çok nadir gerçekleri söyler. Tabii o dedikoduları destekleyecek başka bazı şeyler olmazsa. Oysa vardı. Fontanafredda’nın resmi kraliyet terzisi Gipot...
Aynı dedikoduculara göre Gipot’un bir görevi de, krala çevreden güzel köylü kızları bulmakmış. O dönemde bölgede çekilen fotoğraflardaki çocukların yüzlerine dikkatle bakıldığında, çok sayıda çocuğun damarlarında asil bir kanın dolaştığı kolayca fark edilebilir.

Haberin Devamı

Bölüm 4

Kraliyet metresinin hüzünlü sonu

KRAL öldükten sonra, Fontanafredda’nın şarapçılıkta altın yılları başlar. Oğlu, fevkalade başarılı bir şarap üreticisidir. Mirafiore artık İtalya’da kraliyetin şarabıdır. Şöhreti hızla yayılır. Bu arada Birinci Dünya Savaşı başlar. Birinci Dünya Savaşı, Dalton Trumbo’nun olağanüstü hüzünlü filmi “Johnny Got His Gun” filminin kahramanının dediği gibi, “Romantik savaşların sonuncusudur”.
Bir çok Alman, İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Türk gibi, Serralunga d’Alba yöresinin birçok erkeği de silahı alıp Arnavutluk cephesine koşar. Bunlar arasında bölgenin soylu insanları da vardır.
Dönüş ise çok hüzünlü olacaktır. Köyün girişindeki küçük kilisenin kapısına asılan bir plakete, savaştan dönemeyenlerin uzun listesi yazılır. Gençler ya dönmemiş ya başka bir yerde çalışmaya gitmiştir. Bölgenin çöküş yılları başlamıştır. Romantik savaşı, karagömlekli faşizm yılları, onu da hiç de romantik olmayan İkinci Dünya Savaşı izleyecek ve sonunda kraliyet metresinin büyük aşkı ile doğan Fontanafredda’da Avrupa’nın her saray eskisini bekleyen alın yazısı dönemi başlar. Çöküş dönemi yani...
Parasızlık günlerini dramatik intiharlar izler. Sonunda, 20’nci yüzyılın acımasız kapitalizmi demir kanunlarını uygular ve borç batağındaki Fontanafredda, dönemin en güçlü bankasına satılır. Fontanafredda ve Mirafiori artık dönemin en güçlü bankası Monte dei Paschi di Siena’nındır.
Mirafiori, “kralın şarabı” olmaktan çıkıp, “şarabın kralı” olma yoluna girmiştir. Etiketindeki aşk parfümünün yerini, pazar ekonomisinin para kokusu almıştır.

MERAKLISI İÇİN NOT

Fontanafredda’nın hikâyesinin daha fazla ayrıntısı için Bkz.: “Mirafiore&Fontanafredda”, “Storie di vino e di amori”, Fondazione Monte dei Paschi di Siena” (İtalyanca ve İngilizce)

Bölüm 5

L’Appuntamento çalarken aşk bölümünü bitiriyorum

BURAYA adını veren Fontanafred-da’nın kenarında oturuyorum. Bir zamanlar bölgenin su kaynağı olan yer şimdi olağanüstü bir parkın ortasındaki havuza dönüşmüş. Yan taraftaki restoran henüz açılmamış. Öğle yemeğine hazırlık yapan garsonların açtığı radyodan Ornella Vanoni’nin harika şarkısı “l’Appuntamento” geliyor. “Yanımdan geçip giden insanların arasında üzgünüm
Ama seni yeniden görme isteği daha güçlü ağlamaktan
Bu güneş yüzümde açan umut işareti
Bekliyorum seni bir anda göreceğim anı, belirivereceksin uzakta
Aşkım çabuk ol, dayanamıyorum
Eğer gelmezsen artık olmayacağım, olamayacağım...”
Yanımdaki bıyıklı adam “Hayrola daldın gittin” diyor... “Evet, kendi hayatımı düşünüyordum” diyorum, “Allah’a şükrediyordum...”
Şarkı sonuna gelirken, kafamdaki son soruyu soruyorum:
“Bir şarabın arkasındaki bütün bu hikâyeyi nereden biliyorsun...”
“Çünkü o hikâye artık benim” diyor: “Fontanafredda’nın yeni sahibi biziz... Sadece bu çiftliği değil, bütün hikâyesini de aldım...”
“Dua”
dan sonra çıktığım “Sev, âşık ol” bölümünü de tamamladıktan sonra, “Yemek” kısmına geçiyorum. Yani hayatı yaşamanın, estetik haline dönüştüğü üçüncü ve son aşamaya...

YARIN

-Kraliyet metresinin şarabını alan bıyıklı adam kim.-Bu adamın hikâyesini bugünün Türkiye’sine bağlayan nedir.
-Kraliyet şarabı faşizme ve Alman işgaline direnenlerin eline nasıl geçti.-İki Michelin yıldızlı şefin annesi bizim için ne hazırladı.-Ailesinin erkekleri her üç nesilde bir zengin kadınla evlenen genç erkek neler söyledi.-Ve “yemek yemenin”, bu ay Türkiye’ye de gelecek ahlaki kuralları nedir...

Yazarın Tüm Yazıları