Paylaş
Bal diyor ki: “İfade hürriyetin, düşünce hürriyetin olmayacak, her şeyi alkışlayacak mısın? Vekil olmak her şey değil. Önemli olan dosdoğru olabilmek, dik durabilmek. Birileri beni vekil yaptı diye doğru bildiğime yanlış demem.”
İşte bunu yapmazsanız, milletvekilliğiniz tehlikeye girer, partiden atmasalar bile ilk seçimdeki listelerde adınızı göremezsiniz.
Çünkü bizim siyasal partiler düzenimizde parti disiplini dedikleri şey budur: Seni seçip listeye koyan lidere biat et, onun sözünden çıkma, sözünün üstüne söz söyleme! İşaretle parmağını kaldır, işaretle parmağını indir, maaşını al, keyfine bak!
Bugün parlamenter sistemimizin düzgün işlemiyor olmasının nedeni de budur.
Yasama organı, yürütme organının başındaki kişinin emrindedir, parlamento kendine düşen vazifeleri yerine getirmek yerine, onun ağzına bakar.
“12 Eylül’ün izlerini sileceğiz” sözünü dilinden düşürmeyenler, iktidarıyla, muhalefetiyle, 12 Eylül mirası Siyasi Partiler Kanunu’nu, Seçim Kanunu’nu ağızlarına bile almazlar.
Oysa bunu yapmak için Anayasa değişikliği de gerekmez, hep yaptıkları gibi parmakları kaldırıp indirip bu kanunları yenileyebilirler.
Milletvekillerini, gerçekten milletin seçebileceği, milletvekillerinin kaderlerinin liderin iki dudağı arasında olmadığı bir kanunu getirebilirler.
Ama işlerine böylesi gelmiyor tabii! Onların demokrasi ve milli iradeden anladıkları, kendi iktidarlarını sessiz bir mecliste sürdürmekten başka bir şey değildir.
Cemaatin kaç milletvekili var?
İdris Bal’ın ihraç istemiyle disiplin kuruluna verilmesinden sonra AKP’de Hakan Şükür’ü de grup disiplini içinde davranması için uyarmışlar.
Uyarmalarının nedeni dershaneler konusundaki Başbakan–Cemaat iktidar mücadelesinde cemaate yakın görüşler açıklamış olması.
Bu tabloya bakarak Hakan Şükür’ün de gelecek seçimde AKP listelerinde yer bulabilmesinin kolay olmayacağını söyleyebiliriz.
Elbette, Başbakan eğer Cumhurbaşkanlığı hevesini tatmin etmek için partisini bırakır ve Köşk’e çıkabilirse, AKP’nin içinde kimin iktidarı kazanacağına bağlı olarak bu durum değişebilir!
Şimdi şunu merak ediyorum: Acaba AKP grubu içindeki milletvekillerinin kaçı cemaatin temsilcisi olarak oradalar?
Hatırlayacaksınız, Başbakan geçen gün, “Cemaat ileri gelenleri benden ne istedilerse yaptım” dedi.
“İstedikleri şeyler” arasında kamu bürokrasisinde tayinler olduğu kadar, milletvekili aday listelerinde seçilmeye uygun yerlere cemaatin adaylarının da konması mutlaka olmalı, aksini düşünmek saflık olur.
Acaba bu milletvekillerinin sayısı ne kadar ve Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde AKP içindeki iktidar mücadelesinde nasıl bir rol oynayacaklar?
Dershaneler ile ilgili bir kanun teklifi Meclis’e geldiğinde ne yapacaklar?
Bu işin bir milletvekilini partiden atmak, bir diğerini uyarmakla biteceğini sanmıyorum.
Bu aşamada şunu da söylemek artık mümkün: Başbakan’ın “partili cumhurbaşkanlığı” hevesi de uzunca bir süre rafa kalkacak.
Böyle bir Anayasa değişikliğinin önündeki engellerden biri de AKP grubundaki cemaat mensubu milletvekilleri olacaktır.
Kuşkusuz ki bugün Başbakan’ın iktidar gücü karşısında cemaatin yapabileceği çok fazla şey yok ama oyunun alanı daralıp belirli konulara yoğunlaştığı durumlarda cemaatin de yapabileceği bazı şeyler vardır diye düşünüyorum.
Polisiye filmlerden çok etkilenmişim
REDHACK operasyonunda gözaltına alınan kişilerden biri de dizi oyuncusu Barış A. idi.
Haberlerden takip ettiğim kadarıyla savcılıkta kendisine şu sorular sorulmuş:
Manyak’ı tanıyor musun? (Manyak kod adlı kişi grup lideri olarak biliniyor.) 21 Kasım 2012’de ‘Nor FM RedHack temsilcisiyim’ diye bağlanan kişinin sesi çok benziyor o sen misin? RedHack ile sosyal medyada sohbet ettiniz mi?
Soruların yanıtlarını duyar gibiyim. Tanımıyorum. Ben değilim. Etmedim!
Galiba çok polisiye roman okudum ve polisiye dizi ve filmlerin etkisinden de kurtulamıyorum.
Çünkü bu bir polisiye film olsaydı, soruşturma savcısı zanlıyı bir sorgu odasına alır, önüne de bir dosya uzatırdı.
O dosyada zanlı ile Manyak’ın ilişkisini gösteren, fotoğraflar, telefon konuşmaları vs. gibi kanıtlar bulunurdu.
Dosyadaki evrakın arasında radyodaki sesin ona ait olduğunu gösteren Adli Tıp inceleme raporu da bulunurdu ki soruya bir yanıt alınabilsin.
Üçüncü sorunun da kanıtlarını sosyal medyada takip etmek zor değil, onları da mutlaka bulur dosyaya koyarlardı.
Zaten polisin soruşturma dosyasında böyle kanıtlar olmadan o kişi yakalanıp medyanın gözünün önünde Emniyet’e getirilmez, adliyeye de sevk edilmezdi.
Filmdeki savcı polislere şöyle derdi: Sizin sözünüze karşı onun sözü! Bu kanıtlarla bu soruşturmayı sürdüremem, gidin bana doğru dürüst kanıtlar getirin!
Film gibi bir ülkede film gibi bir hayat yaşıyoruz ama ne polis, ne de savcılar filmlerdekilere benziyor!
Paylaş