Paylaş
Ortak kullanıma açık bir otlak var. Çobanların tek derdi sürülerine bir koyun daha eklemek, sonra satıp para kazanmak. Çoban sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder ve her yeni koyunun o alanı kullanan diğer çobanlar ve koyunlar üzerinde yarattığı maliyeti düşünmez.
Müştereklerin, yani ortak alanların özgür paylaşımına inanan bir toplumu yıkımın beklediğini söyler Hardin.
*
Heinrich Böll Derneği’nin düzenlediği Müşterekler Konferansı’ndaki panellerden biri bu trajediyle açıldı.
Ardından söz Marx’a geldi.
Marx, kapitalizmin ilk günahını sermayenin müştereklere saldırısı olarak niteler. Ortak kullanıma açık tarla, mera ve otlaklar çitlenerek özel mülkiyete tabi tutuluyor, toplumun kullanımına kapatılıyordu. Yani doğa, toprak sermayeleştiriliyor, metalaştırılıyordu.
Emek de topraktan, müştereklerden koparılarak, işçileştirilerek, emek gücüne indirgenerek, yaratıcı etkinlik potansiyelini yitirerek basit bir güce dönüştürülüyordu.
Sermayenin 16’ncı yüzyılda başlayan ve giderek katmerlenen çitleme hareketiyle doğanın ve emeğin karmaşık ilişkileri bir ürüne dönüştürülüyordu.
Bu süreç sonunda toprağın uzun dönemli kendini yeniden üretme kapasitesi ondan alındı, toprak sermayenin kısa dönemli, sürekli büyümeye odaklanan çıkarlarına tabi hale getirildi.
Ekolojik bozulmanın temellerini arayacaksak burada arayalım.
*
Aradan geçen yüzyıllar yaraya tuz bastı. 18’inci yüzyılda bir şirketin yabancılara hisse satarak, yabancılardan sermaye devşirerek muazzam yatırımlara, güce kavuşması sahtekârlık addedilirken 19’uncu yüzyılda anonim şirket yasal bir statüye kavuştu. Bunun sonucunda da müştereklerin çitlenmesi ve metalaştırılması büyük ivme kazandı.
20’nci yüzyılın başındaki muazzam mülksüzleşme ve yoksulluğa yanıt olarak II. Dünya Savaşı sonrasında sosyal devlet kurumlaştı.
Şimdilerde ise sosyal devletin geçersiz hale gelmesiyle ikinci bir çitleme hareketine, anonim şirketin ikinci kez yükselişine tanık oluyoruz. Müşterekler yeni bir metalaşma dalgasıyla karşı karşıya. Bunun en dikkat çekici örneği su kaynaklarının özelleştirilmesi.
*
Türkiye’de son 10 yıldır yapılan yasal düzenlemelerin pek çoğunun müştereklere saldırı olduğu söylenebilir.
Turizmi Teşvik Kanunu’nda 2003 ve 2008’de yapılan değişiklikler; acele kamulaştırma ve orman alanlarının sağlık, spor, turizm ve golf gibi etkinliklere açılması...
Madeni Kanunu’nda yapılan değişiklikler; ulusal ve uluslararası düzenlemelerle koruma altına alınan yerlerin madencilik faaliyetine açılması...
Orman Kanunu’nda 2004’te yapılan değişiklik; kamu yararı ve zaruret olması halinde altyapı niteliğindeki yatırımların devlet ormanlarına yapılabilmesi...
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 2005’te değiştirilmesi; sırf Cargill birinci sınıf tarım arazileri üzerinde üretimine devam edebilsin diye...
Liste uzatılıp Büyükşehir Yasası’na kadar getirilebilir. Bu yasayla köylerin mahalle olmasının ve köy müştereklerinin yapılaşmaya açılabilmesinin yolu yapıldı.
*
İnsanların rızkını, doğayı ve gelecek kuşakları koruyabilmek için müştereklerin yeniden kazanılması, yaratılması ve yaşatılması artık bir ihtiyaç.
Bunun için de devletin sosyal niteliğine vurgu yapıp talepkâr olmamız, dayanışmaya dayalı yeni işletme ve ekonomi biçimlerini destekleyen yasal dönüşümleri ve devlet politikasını savunmamız gerekiyor.
Sosyal devlet bile yetmiyor. Daha özgürlükçü ve katılımcı modellerin inşa edilmesi şart.
Yoksa, böyle gelmiş ama böyle gitmez.
Paylaş