Paylaş
Normal olarak aileler çocuklarını terbiye ederlerken bu tür sözler kullanmamalarını da öğretmeye çalışırlar. Sözlükler de zaten bu kelimeyi en hafifinden “kaba bir söz” olarak tanımlıyor ki umarım konuşmasının bu bölümünü yayımlayan TV kanallarına RTÜK ceza vermez!
Biliyorsunuz, RTÜK’ün böyle kuralları var, aile değerlerini korumak, çocukları kötü davranış ve sözlerden korumak gibi!
Ne diyeceğimi bilemiyorum, “Çoluk çocuğa ayıp oluyor” demekten başka!
Başbakan’ın konuşmasının o bölümü şöyle:
“Ödül töreninde Ahmet Kaya’ya saldırdılar. Kimler saldırdı. Gezi Parkı’nda bize saldıranlar kimse onlar saldırdı. Şimdi diyorlar ki ben o sırada tuvaletteydim, ben o sırada dışarıdaydım, ulan hepiniz oradaydınız. Kamera kayıtlarında hepinizi görüyoruz. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”
Başbakan o kamera kayıtlarını nasıl seyretmiş bilemiyorum ama kayıtlarda görünenler şunlar:
Adnan Şenses, İbrahim Tatlıses, Ajda Pekkan, Kadir İnanır, Serdar Ortaç, Mustafa Topaloğlu, Özcan Deniz.
Hiçbiri “Gezici” değil, hatta tam tersi aralarında kendi seçtiği “akil insanlar” da var, yanına katıp konsere götürdüğü de, “Erdoğan’dan başka lider tanımam” diyeni de! (“O sırada tuvaletteydim” diyen de Akil Adam Kadir İnanır idi.)
Bir tek “Gezici” yok.
Zaten olamazdı da! Ahmet Kaya’yı, o günlerde ve daha sonrasında da savunanlar, yanında olanlar sadece solculardı.
Ne Refahlısı, ne Doğru Yollusu, ne MHP’lisi, ne Anavatanlısı Ahmet Kaya’yı o günlerde savunabildi.
Tamam, gerçekleri çarpıtmasına artık alıştık sayılır ama bu kadarı da biraz fazla oluyor!
Pabuç pahalı geldi galiba!
Hükümet ile “cemaat” arasında bir bilek güreşine dönüşen dershaneler tartışmasında hükümetin küçük de olsa bir geri adım atma hazırlığı içinde olduğu görülüyor.
Böylece Fethullah Gülen’in önceki günkü “yumuşama” sinyali, hükümet tarafından yanıtsız bırakılmamış oluyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, hükümetin kendi arasındaki toplantısından sonra yaptığı açıklamada şöyle dedi:
“Ailelerin, çocukların, öğretmenlerin ve dershanelerin düşüncelerine müracaat edilecek.”
Doğrusunu isterseniz bu “hassasiyet” gözlerimi yaşartıyor!
Hükümet, bütün eğitim sistemini altüst eden değişiklikleri yaparken bırakın ailelerin ve çocukların fikrini almayı, konunun uzmanı öğretmenlere bile danışma gereğini duymamıştı oysa.
Bir gece yarısı baskınıyla TBMM’ye getirilen 4+4+4 sisteminden, zamanın Milli Eğitim Bakanı’nın bile haberi olmamıştı.
Uzmanların “Yapmayın, bu yaşta ilkokula başlanmaz” demelerine bakılmamış, beş yaşındaki çocuklar ilkokul birinci sınıfa alınarak bütün eğitim gelecekleri tehlikeye atılmıştı.
Çocuklarını 5 yaşında okula göndermek istemeyen aileler Başbakan tarafından azarlanmış, kendi çocuklarına “geri zekâlı muamelesi yaptıkları” söylenmişti.
Eğitim sistemi dini içerikli hale getirilir, bazı okullar emrivakiyle imam hatiplere dönüştürülürken, o okullarda okuyan çocuklara da onların velilerine de “Böyle bir şey ister misiniz” diye sormak akıllarına gelmemişti.
Öyle görünüyor ki şimdi pabuç biraz pahalı geldi, “Oturalım, konuşalım” diyorlar.
Bu bilek güreşi hiç bitmez
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan ile “cemaat” arasında zaman zaman alevlenen, zaman zaman yatışan güç mücadelesinden, yandaş medyanın deyimiyle “fesat” çıkmaz.
Ne “cemaat” bir parti kurar ya da başka bir partiye destek verebilir, ne de Erdoğan, cemaati tümüyle gözden çıkarabilir.
Aralarındaki güç savaşının biteceği anlamına gelmez bu tabii.
Her iki kesim de kendi iktidar alanlarını korumak ve geliştirmek için arada bir bu duruma gelirler, ama sonunda “ortak çıkarları” galip gelir.
Nitekim Fethullah Gülen de “alnı secdeye değen” muhataplarına çiçek göndermeyi de ihmal etmedi.
Cemaatin bu oyunda “açmazı” belli: Kendi tabanına işaret edip, etkili olabileceği AKP dışında bir siyasi seçeneğe sahip değil. O tabanı başka bir siyasi harekete yönlendirebilecek gücünün olmadığının da farkında, bu konuda kimseye söz geçiremeyeceğini biliyor.
Dershane çatışmasının en zirve noktasında okullarda başlatılan “hormonlu not” soruşturmasının hemen ertesinde Gülen’in “yumuşadığını” da unutmayalım.
Başbakan Erdoğan’ın kimseyle iktidarını paylaşmaya hevesli olmadığı bir gerçek ama onun da bazı beklentileri var.
Cumhurbaşkanı olmak istiyor, mümkünse tek yetkili başkan olmak hevesinde, o da olmadı partili cumhurbaşkanlığı ile iktidar gücünü elinde tutma çabasında.
Cumhurbaşkanı seçiminde her bir oya ihtiyacı var, Abdullah Gül ile iktidarı paylaşmaya razı olmaz ise cemaatin desteğinin kendisinin arkasında olmayacağını da tahmin ediyor olmalı.
Onun için her konuda “dediğim dedik” derken, dershaneler konusunda geri adım atabiliyor.
Bir de tabii Emniyet’ten kaybolan “dinleme kayıtları” var.
Çalışma odasında bulunan böceklerden sonra Emniyet istihbaratında, cemaate yakın isimlerin temizlendiğini hatırlayalım. O kayıtlar acaba şimdi kimin elinde?
Öyle görünüyor ki bu güç oyunu, tarafların “iki adım ileri, bir adım geri” taktiğiyle sürüp gidecek.
NOT: Yurtdışında bir toplantıya katılacağım için önümüzdeki pazartesi gününe kadar yazılarıma ara vereceğim. Okuyucularımın bilgisine sunarım.
Paylaş