Paylaş
Çünkü dershanenin varlığı, çocuklarımıza gereken becerileri okullarımızda kazandıramadığımızın, yeterli eğitimi veremediğimizin itirafıdır.
Kısacası, dershaneleri var eden sistem, bizim eğitim sistemimizin yetersizliğidir.
Sorunu ikiye bölüp konuşmakta fayda var.
Birinci bölüm, ortaokulu bitiren çocukların ‘seçkin’ liselere girme savaşı verirken gittikleri dersanelerle ilgili.
Eşitlikçi bir eğitimi bizim Milli Eğitim Bakanlığımız hedeflemiyor bile. Bakanlığın kısa veya orta vadeli hedefleri arasında okullar arasındaki seviye farklarını gidermek, ‘seçkin’ lise anlayışına son vermek ve ayrımsız bütün liseleri ‘seçkin’ yapmak yok.
Böyle bir hedef olmayınca, ‘seçkin’ okullara giriş bileti verdiğini iddia eden bir sektörün doğmasına kızmak anlamsız. O sektör, bir bozukluğun sonucu olarak orada var.
Sorunun ikinci bölümü, lise mezunlarını üniversiteye sokmak iddiasındaki dersaneler.
Düşünün ki, sistemin ‘seçkin’ liseleri bile öğrencilerine dersane yardımı olmadan üniversite sınavını kazanma garantisi veremiyor. Esasen dersane sektörünün en büyük müşteri grubu bu ‘seçkin’ liselerin öğrencileri.
Bunun böyle olmasının birkaç sebebi var. Birinci ve en büyük sebep, üniversitelerimizin sayıca yetersizliği. Çağ nüfusunun sadece yüzde 40’ı üniversiteye gidiyor.
İkinci sebep, ‘seçkin’ üniversite ve fakültelerin sayısının sınırlı olması. Çoğu kişi bu okullara girmek için yarışıyor.
Üçüncü ve belki en köklü sebep en karmaşığı; çünkü bir kısır döngü yaratıyor: Üniversite kontenjanı lise mezunlarının sayısı kadar olmadığından, onları elemek gerekiyor ve sınav bu eleme için özel olarak tasarlanıyor. Eleme işi ciddiye bindikçe (ki bizde hep ciddi oldu) sınav bilgi ölçmekten çok değişik hilelerle öğrencileri yanıltmaya çalışan bir ‘şey’e dönüşüyor. Bu durumda böylesine tuhaf bir ihtiyacı karşılayan testin kendisini (yani kurnazlıklarını vs) öğrenmek başlı başına ikincil bir eğitimin konusu oluyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kaç yıldır ‘Bu dersaneleri kapatacağız’ diyor, hem de bunu meydan mitinglerinde söylüyor. Hükümetin dersaneleri kapatmak için ‘doğru zaman’ı beklediğini hepimiz biliyoruz; o ‘doğru zaman’ın bir türlü gelmediğini düşünen, söyleyen bakanlar koltuklarını kaybettiler. Yani böyle bir siyasi inat var.
Ama bugün dersaneleri kapatmak, saydığım sebepler ortada dururken ne işe yarar, bilmiyorum.
Tek bildiğim şu: Sebeplerle değil sonuçlarla uğraşmak, kısa süre için göz boyamaktan başka işe yaramaz.
Sistemi bir kez yanlış kurarsanız düzeltmek daha da zor olur
Güney Koreli öğrencilerin OECD tarafından düzenlenen ve PISA adı verilen sınavlardaki başarıları bütün dünyanın gözünü kamaştırıyor. ‘Güney Kore mucizesi’ adı verilen şeyin tamamının kökeninde eğitim var.
Ama içi seni dışı beni yakar misali Güney Kore. Ülke, bütün dünyanın sonuçlarına bakıp imrendiği kendi eğitim sisteminden hiç memnun değil.
Biz aslında Kore ve kısmen Japonya’nın sisteminin çok ama çok kötü bir kopyasıyız.
Kore’de öğrenciler sabah sekizde okula gidiyor. Dersler öğleden sonra 4’te bitiyor ama çocuklar okulda kalıyor, akşam yemeklerini bile okulda yiyor, akşam 9’a kadar test çözüyor. Sonra da akşam dokuzdan onbire kadar bir de dersaneye gidiyor.
Amaç üç seçkin üniversiteye girebilmek. Buralara girmek ve mezun olmak demek, hayat boyu yüksek gelirli bir işi de garantilemek demek.
Kore bu yarış düzenini biraz olsun yumuşatmak istedi. Sınav başarısı dışında faktörlerin de üniversiteye girişte etkili olmasının önünü açtı. Bilin bakalım ne oldu? Dersaneler hemen yeni duruma uyum sağladı, bir ay içinde ‘müşteri’lerine farklı alanlarda (sosyal sorumluluktan sanata, spordan bilime) dersler açtı.
Paylaş