Paylaş
Sayın Çetinsaya geçen sene 6 Kasım’da “özgürlük bildirisi” yayınlamıştı. Kampuslarda öğrencilerin kendilerini serbest ifade etmelerini istiyor, akademik özgürlükleri ve entelektüel çeşitliliği övüyordu. YÖK’ün disiplin yönetmeliği de buna göre liberalleştirilmişti. Aradan bir yıl geçti, disiplin yönetmeliğinde öğrencilere ilişkin bazı yaptırımlar ağırlaştırıldı...
Özgürlük Bildirisi yayınlayan bir YÖK Başkanı neden böyle bir disiplin uygulamasına yönelir? Çetinsaya’nın Radikal’de Deniz Zeyrek’e yaptığı açıklamaya göre, artan öğrenci olayları sebebiyle, üniversitelerin yönetimlerinden “eleştiri bombardımanı” gelmiş, olaylar tırmanabilir diye.
İşte temeldeki sorun, bu “olaylar tırmanabilir” kaygısıdır.
KUTUPLAŞMA SORUNU
Bir toplum siyasi olarak bu kadar kutuplaşır da daha hareketli olan gençlere yansımaz mı?!
Yıllardan beri dile getirdiğim endişedir bu: Tırmanan gerilimlerin “yönetilebilirlik” sorunlarına yol açması!
Başbakan, üniversitelerde özel güvenlik görevlileri yerine “polis”in görevlendirileceğini söylemişti. Başbakan’ın böyle düşünmesi de toplumdaki kutuplaşmanın üniversitelere nasıl yansıdığının bir kanıtıdır.
Üniversitelerde polisin görevlendirilmesi çok yanlış olur, bırakın asayiş sağlamayı, büsbütün provokatif etki yapar.
Tedbir aranıyorsa, bu öncelikle ülkedeki kutuplaşmayı yumuşatmada ve siyasi ortamı normalleştirmede aranmalı. Elbette bu herkesten önce iktidarın görev ve sorumluluğudur. YÖK Başkanı’nın bu konuda yapabileceği bir şey yok, rektörlerin “eleştiri bombardımanı” karşısında, eskisi kadar ağır olmasa da yönetmeliği bir ölçüde ağırlaştırmak zorunda kaldığı belli.
ÜNİVERSİTE VE SİYASET
Ak-kara gözlüğü bu konuda da yanlıştır. Protestocu gençleri toptan suçlamak doğru değildir, gençlere hoşgörü gösterilmeli, kamu düzenini bozmadıkça müdahale edilmemelidir; öfkeyi körüklemekten başka işe yaramaz çünkü.
Öbür taraftan, eylemci gençler mutlak haklı, yönetimler mutlak haksız diye düşünmek de yanlıştır. Üniversiteler siyasi özgürlüklerin de bulunduğu kurumlardır fakat öncelikle ve aslen akademik kurumlardır.
Üniversiteler hakkındaki bir araştırmasında Prof. Joseph S. Szyliowicz, 1970’lerde Türk üniversitelerinin nasıl siyasi ve ideolojik kutuplaşma ve kavgalar içinde dejenere olduğunu anlatır. Üniversitelerimiz, diktatör İran Şahı’nın üniversitelerinin gerisinde kalmıştı! Bilimsel yayın sayısı 1970’lerde Türkiye’de 300 civarındayken, İran’da 1978’de 600’ü geçmişti!
Sonra İran devrim kargaşasına ve baskısına sürüklendi. Türkiye’de çatışma ve aşırı politizasyon ortadan kaldırıldı, YÖK düzenlemesiyle akademik kariyer için bilimsel yayın şartı getirildi, Türkiye hızla ve açık ara öne geçti...
YÖK’Ü NE YAPMALI?
Bilginin kaynağı “tecrübe” ise, YÖK’ün olumlu ve olumsuz yönlerini görmeliyiz. YÖK’ün otoriter, merkeziyetçi, hiyerarşik yapısı olumsuzdur. Fakat akademik hayatı koordine edecek ve akademik kalite kontrolü yapacak bir üst kurula mutlaka ihtiyaç vardır; bu yönde reform yapılmalıdır.
Demek ki; öğrenci ve hocasıyla üniversite camiası aşırı politizasyon ve kutuplaşmanın tahripkâr etkilerinden uzak durmalı, akademik değerler bütün siyasi görüşlerden üstün tutulmalıdır... Politikacılar ve ateşli taraftarlar da yarattıkları kutuplaşmayı yumuşatmalıdır, daha kötü sonuçlarıyla Türkiye’nin karşı karşıya kalmaması için.
Paylaş