Paylaş
Bana göre, ‘düzgün eğitim’ şu demek: Nasıl ailelerden geliyor olurlarsa olsunlar bütün çocukların eşit doğduğu varsayımından hareket eden ve onların doğumdaki bu eşitliğini okuldaki ilk 12 yıllarının sonunda mümkün olduğunca muhafaza eden sistem.
Tabii bu eşitliği, sefalette, yani en az bilgi düzeyinde değil dünyayla rekabet eder, hatta dünyanın ilk onu arasına girer bir bilgi/eğitim seviyesinde gerçekleştirmek.
Bu varsayım, hiçbir çocuğun eğer yeterince ilgi gösterilirse okulda başarısız olmayacağını, belli bir ortalamayı mutlaka tutturabilecek kapasiteye sahip olduğunu doğal olarak içerir.
İlk sekiz yılın sonunda çocuklar arasında elbette farklar olacaktır ama matematik, fen ve dili kullanma becerisi gibi temel alanlarda bu fark yüzde 10-15’i aşmamalıdır.
Bilen biliyor, bizim mevcut sistemimizin tam tersini söylüyorum burada. Türkiye’de lise mezunları arasındaki eşitsizlik öyle büyük boyutta ve biz bilmeden bu eşitsizliği öyle çok alkışlıyoruz ki, şimdi ‘eşitlik’ dediğimde, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın o kelimeye boş gözlerle baktığını tahmin etmem zor değil.
Dünyanın en iyisi kabul edilen ve uzun yıllardır da bu tahtını koruyan Finlandiya’nın eğitim sistemi tam da böyle bir sistem işte. Bundan aşağı yukarı 40 yıl önce gerçekleştirilen bir reformun sonunda doğmuş Finlandiya’nın eğitim sistemi.
Sistem, çocukların neredeyse doğdukları andan itibaren ‘öğrendikleri’ varsayımı üzerine kurulu. O yüzden her doğumdan sonra ailelere bir kitap veriliyor.
Ülkede 8 aylıktan itibaren bütün çocuklar için ‘Günlük bakım merkezleri’ var. Bunlar bizim anladığımız ‘kreş’ler değil; çalışan anne-babaların çocuklarını bırakıp gidecekleri. Buralarda oyunlar oynuyor bebekler, çocuklar. Ve sistemin felsefesinde ‘eğitmek’ yok; çocuklar daha bebeklikten itibaren ‘öğrenmeyi öğreniyor’lar. Okul öncesi eğitim zorunlu değil ama okullaşma oranı yüzde 100.
Okul çağı orada beş yaşında değil, yedi yaşında başlıyor. 9 yıllık zorunlu eğitimden geçiyor bütün çocuklar. Bu dokuz yılın ilk altı yılında hiçbir sınav yapılmıyor; çocuklar hiçbir biçimde akademik anlamda ölçülmüyor.
Özel okul yok gibi bir şey, var olanların da fiyatları sıkı denetim altında. Eğitim ücretsiz. Okulların öğrencileri başarılarına göre kabul etmesi yasak. Herkes evine en yakın okula gidiyor. (Evde eğitime izin var ama çok ender görülen bir şey.) Çocuklar daha ‘akıllı’ veya değil, aynı sınıfta okuyorlar, özel çocuklara özel muamele yok.
Bütün öğretmenler üniversiteden ‘master’ derecesine sahip. Öğretmenlik, ülkede doktorluk ve avukatlıkla eş prestije sahip bir meslek ve öğretmen olmak çok zor. 15 yıllık bir lise öğretmeni, kendisiyle aynı eğitime sahip ama öğretmen olmayanlara göre yüzde 102 daha fazla para kazanıyor. Öğretmenlere maaşları dışında hiçbir ek ödeme yapılmıyor.
9 yıllık ilköğretimin ardından Finli çocuklar 3 yıllık zorunlu olmayan liseye gidiyor. İsteyen akademik eğitimi, isteyen mesleki eğitimi seçebiliyor. Ülkedeki liselerde okullaşma oranı yüzde 93. (Bizde şu an yüzde 70 ama 12 yıllık eğitimin devreye girmesiyle yakında yüzde 90’ın üzerine çıkacak.)
Lisenin ardından üniversite var, yine ücretsiz olan. İki çeşit üniversitesi var Finlandiya’nın: 1. Bilim yapılan üniversiteler; 2. Uygulamalı bilimler.
Ülkede üniversite mezunu oranı dünyanın en yükseklerinden, Avrupa’nın da birincisi.
Ülkede eğitimin standardını merkezi hükümete bağlı bakanlık belirliyor ama okulların yönetimi, işletmesi ve öğretmen seçimi yerel yönetimler tarafından yapılıyor.
Sınıfların 20 kişiyi geçmemesine özen gösteriliyor. Öğretmen, genel ilkelere uymak şartıyla dersi nasıl öğreteceği, hatta hangi ders kitabını seçeceği konusunda bile geniş bir otonomiye sahip.
Bütün ülkede liseyi bitiren en başarısız öğrenci ile en başarılı öğrenci arasındaki fark, sınav notu olarak yüzde 15’in altında. (Bizdeki fark yüzde 100’e yakın.)
Ve üstelik, Finlandiya’nın öğrenci başına eğitim harcaması, mesela Amerika’dan yüzde 30 daha az!
Sizi daha fazla üzmeyeyim...
Paylaş