Paylaş
imseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” beyanını masaya yatıralım diyorum.
Cümlenin en vurucu kısmından başlayalım dilerseniz: “Dünyada da kabul edilemez.”
Dünyayı belirli inanç ve coğrafya ile sınırlarsanız, elbette kabul edilemez.
Eğer sizin için tek dünya varsa, kendi dünyanız dışında ne varsa onu reddediyor iseniz, normal. “Bizim doğrularımız genel doğrudur” dünyasında da kadının “bizim istediğimizden fazla” görünmesi yanlış. Aksini söylese acayip olurdu.
Tabii burada bir soru devreye giriyor hemen: Kime göre doğru, kime göre yanlış?
Birilerinin doğrularına ve birilerinin yanlışlarına göre mi yaşayacağız? Görünüşe göre öyle... En azından şimdilik yazılı olmayan kurallara göre, beklenen o.
Zaten hayatımızın kavgası bu değil mi?
“Çek ellerini üzerimden”
Halbuki bir başkasının özgürlüğü senin özgürlük alanına girmedikçe, o başkasıyla ilgili laf söylemek sana düşmez.
Ama bizim buralarda düşüyor. Keyfimizin dilediği, kendi dünya görüşümüze, inancımıza, hatta kendi zevkimize uymayan insanlar, fikirler, düşünceler yok olsun istiyoruz.
Bazen işi iyice ileriye götürüyor kendi fikirlerimizi “toplum da benim gibi düşünür zaten, çünkü benim düşüncem doğru” cümlesine saplanmayı başarıyoruz.
“Başarıyoruz” dememek lazım esasında. Bu bir başarı değil, kolaycılık. “benim düşüncem tartışmasız doğrudur” demek, çukura düşmek, yanlışı seçmek, ayrımcılık yapmak, kendini üstün görmek, kendini “doğru” ve “yanlış” belirleyicisi tayin etmek, hatta eline güç geçince çürümek kolay.
İnsan beyni kısa yollara, kolaya kaçar. Bu nedenle az önce saydıklarımı herkes az veya çok yapıyor.
Ama bunu devlet yapınca işte orada arıza başlıyor. Kendine göre bir çizgi belirleyip ahlak kuralları dayatmaya kalktığında, hayat görüşü o çizgide olmayanlar “Dur sen bakalım hele” diyor.
Devlet, herkesin devleti, öyle değil mi?
Başımızın üzerindeki çatı, güvencemiz. İnsanlar için oluşturulmuş bir yapı.
“Belirli” insanlar, “belirli” inançlar, “belirli” fikir ve düşüncelerin ayrıcalıklı olması için değil. Galiba bunu sık sık tekrar etmek gerekiyor.
Eline erk geçiren her yontulmamış ruh, güçlü olma halini sürdürdükçe içinde bulunduğu sistemin var olma amacını unutuyor.
Sistem, bir süre sonra kendi dünya görüşünü empoze etme aracına dönüşüyor.
Zaman içinde, sanki işin doğası buymuş gibi davranmaya başlıyorlar üstelik.
Televizyonda görünen “kendi ahlak görüşüne göre fazla” bir kıyafetle ilgili ahkam kesme hakkına sahip olduklarını düşünebiliyorlar.
Bu ve benzeri durumlar o kadar sık yaşanıyor ki, bir süre sonra kanıksıyoruz.
“Artık şaşırmıyoruz” diyoruz.
Oysa şaşırmak lazım. Her seferinde şaşırmak lazım. İlk defa yaşıyormuş gibi.
Neden, biliyor musunuz?
Mesela, şortla sokakta gezerken bir adamın kolumdan tutup “Utanmıyor musun?” deme hakkını kendinde bulacağı günü görmeyi pek arzu etmiyorum.
Ya siz?
Dur bir şunları yapayım da hele...
-Dur bir trafiğe çıkayım da kurallara uyduğum için bana sinirlenenlere sinirlenip tüm enerjimi harcayayım.
-Dur çapı 4 santim puromu dişlerimin arasına sıkıştırayım, lakost kazağımı boynuma dolayıp iskarpinlerimi giyeyim de şu son güzel havaları Boğaz kenarında değerlendireyim.
-Dur üşenmeyeyim, bakkala üç gazete götüreyim de Hürriyet’imi alayım. Ayrıca ıslak çöpümle plastikleri, camları, kağıdı aynı çöpe atmayayım, dönüştüreyim de şu garibim dünyaya bir katkım olsun.
Bir mont bir bot da sizden gelsin
Kadıköy Belediyesi, Van’da depremde yıkılmış bir hayırsever tarafından yeniden yaptırılmış olan Adıgüzel Köyü Nadide İnan İlkokulu’nun öğrencileri için bir mont ve bir bot kampanyasına aracı oluyor.
Cumaya kadar vakit var, çocuklara mont ve botları bayrama kadar yetiştirmek istiyorlar.
Kadıköy Belediyesi’nin 444 55 22 numaralı çağrı merkezini arayarak ihtiyaç sahibi çocukların yaş ve beden ölçülerini alabilirsiniz.
Paylaş