Paylaş
Türkiye, uzun yıllardır demokratikleşme çabası içinde ve atılan her ileri adımın desteklenmesi gerektiğini savunuyorum.
Bu paketi yetersiz bulmamız, paketin tümüne karşı çıkmamız ve küçümsememiz gibi bir sonuç yaratmamalı.
Demokrasi mücadelesi dediğimiz şey böyledir zaten, her ileri adım bir sonraki adımın hazırlayıcısı olur, toplumun demokratikleşme konusundaki tutumunu içselleştirmesine yardım eder.
Bu nedenle diliyorum ki Başbakan’ın açıkladığı pakette öngörülen düzenlemeler hızla yapılabilsin.
Başbakan, paketi açıkladığı konuşmasında “Her şeyin bir zamanı var” anlamına gelecek sözler de söyledi.
Bugüne kadar demokratik talepler, iktidarda kim olursa olsun böyle karşılanıyordu.
“Türk toplumu buna hazır değil, zamanı gelince her şey yapılacak” gerekçesini duymadığımız siyasi lider ve siyasi eğilim kalmadı diyebiliriz.
Sorunumuz budur aslında: Türkiye’de gerçek bir demokrasi olursa sanki her şey çığırından çıkacakmış gibi düşünülüyor.
Başbakan da konuşmasında bu yanlışlığa işaret ediyordu ama sonunda yine aynı noktaya gelmekten kendisini alamadı.
Oysa biliyoruz ki Türkiye’de insanlar aptal değiller, demokratik haklara Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde yaşayan insanlar kadar layıktırlar!
Demokratikleşme paketinde, paketin adı ile bağdaşmayan iki husus var.
Birisi seçim sistemi ve seçim barajı ile ilgili, diğeri ise mülki idare amirlerinin bir gösteriyi yasadışı ilan edebilme yetkisinin varlığı.
Birincisi ile ilgili görüşlerimi diğer yazıda bulacaksınız. İkincisi ise ne AİHM kararları ile uyuşuyor ne de AİHS’nin toplantı ve gösteri yapma hakkını koruyan hükümleriyle.
Demek ki bu konularda Avrupa düzeyine çıkabilmemiz için biraz daha beklememiz gerekecek.
Bu önerilerden gerçek temsil çıkmaz
12 Eylül Anayasası’nı hazırlatan askerler “istikrar için” yüzde 10’luk bir seçim barajı düşünmüşlerdi.
“İki buçuk parti bize yeter” düşüncesinin bir sonucuydu ve toplumdaki bazı siyasi fikirlerin parlamentoda temsil edilebilir hale gelmesini önlemek istiyorlardı.
Zaten demokrasi gibi kavramlar umurlarında değildi, seçimlerin gerçek bir siyasi temsil sağlayıp sağlamayacağını umursamıyorlardı.
O günden bugüne çok şey değişti, ama gerçek bir siyasi temsil sağlayacak seçim sistemini kurmayı başaramadık. İktidara gelenler o sistemden memnunlardı, dokunmadılar.
Başbakan, demokratikleşme paketiyle üç değişik sistem önerisinde bulundu.
- Mevcut sistemdeki yüzde 10 barajı ile devam.
- Seçim barajının yüzde 5’e çekilip, beşer milletvekilinden oluşan daraltılmış bölgesel seçim.
- Barajı tamamen kaldıran dar bölge seçim sistemi.
Bu sonuncusu için bir sayı vermedi. Ülke her birinden bir milletvekili çıkan 550 seçim çevresine mi bölünecek, yoksa beşerli sistem ile mi dar bölge çoğunluk sistemi uygulanacak, belli değil.
Önerilerinden hiçbirinin gerçek bir temsile olanak vermeyeceği açık! Bir kez daha, kullanılan her oyun bir anlam ifade edebileceği bir seçim sistemi önerisini duyamadık.
Türkiye’yi 550 seçim çevresine bölecek ve her çevreden bir milletvekili çıkaracak bir sistem, bugün şikâyet ettiğimiz “diktatoryal parti yönetimi” sorununu bir ölçüde çözebilir ama temsilde adaleti tam olarak sağlayamaz.
Başbakan, milli iradenin seçimler yoluyla parlamentoya tam olarak yansımasını gerçekten istiyorsa, bu konuda samimiyse, seçim sistemini kendine doğru yontmaya çalışmak yerine, adil bir nispi temsil düzeni kurulması için çalışmalı.
Eğitimde alicengiz oyunları
LİSEYİ yurtdışındaki herhangi bir Türk okulunda bitiren çocukların, Türkiye’de istedikleri üniversitenin, istedikleri bölümüne sınavsız kayıt yaptırabileceklerine ilişkin YÖK kararını dün yazmıştım.
Bu olay sadece çocuklar arasında eşitsizlik yaratmak ve bir plan dahilinde bazı çocuklara ayrıcalık sağlamak
ile ilişkili değil.
Aynı zamanda bir hukuk devletinde, bir anayasal kurumun, yüksek yargı kararlarını umursamamasının, takmamasının da bir örneğidir.
YÖK bu düzenlemeyi daha önce de yapmış, Eğitim-İş Sendikası da düzenlemeyi yargıya götürmüştü.
Danıştay da bununla ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermişti. YÖK, bu düzenlemeyle yargı kararına uyarmış gibi yapıp aynı şeyi yeniden gündeme getirdi.
Eğitim-İş’in ikinci başvurusunu Danıştay “Sendikanın bu işten zedelenen bir menfaati yok” gerekçesiyle reddetti.
Şimdi iş velilere düşüyor! Bir veli bunun iptali için Danıştay’a gidebilir ve bu haksızlığı önlemek için bir adım atabilir.
Öte yandan benzeri bir “plan” Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği içinde de yürütülüyor.
Buna göre yurtdışındaki herhangi bir okulda 8. sınıfı bitiren öğrenciler, Türkiye’de istedikleri bir ortaöğretim kurumuna kayıt yaptırabilirler. Sınav yok, dershane yok!
Öğrenci velilerini uyarıyorum: Çocuklarınızın hakları yeniliyor, uyanık olun! İtiraz edin, dava açın.
AKP hükümeti, kendi seçmeninin çocuklarını bile umursamıyor. Kimlere avanta sağlamayı planladılarsa, onu sağlamanın peşindeler. Muhalefet deseniz, meleklerin cinsiyetiyle meşgul.
Hakkınızı bizzat aramaktan başka çareniz yok.
Paylaş