Arkadaki koltukta üç gece

EĞER film kahramanlarıyla, roman kahramanlarıyla yaşayan harika bir bonobo iseniz...

Haberin Devamı

Yani sizin de içinizde benimki gibi küçücük bir bukalemun maymun oturuyorsa...
Gittiği her yerin havasına giriyor, rengine bürünüyorsanız...
Ve bu sizi acayip mutlu ediyorsa...
Böyle bir şey için önce havaya girmek lazım... Aynen öyle yaptım.

BOL BİR KETEN PANTOLON AYAKTA SANDALETMARCELLO GÖZLÜĞÜ

Bol keten bir pantolon.

Arkadaki koltukta üç gece

İkinci Büyük Harp’ten hemen öncesindeki gibi.
Etrafta faşizm falan adi şeyler yükseliyor, ama sen üç günlüğüne kaçmışsın...
Biraz unutmuşsun yani...
Ayakta sandalet, gözlük dersen Marcello’nunki gibi.
Lecce’deyim.
İtalya’da, Çizme’nin en dibinde, Adriyatik kıyısında küçük bir şehir.
‘Serseri Mayınlar’ın çekildiği olağanüstü şehir.
Ferzan Özpetek’in arkasındaki sandalyede oturuyorum. Önündeki monitöre dikkatle bakıyor.
Hissiyatım şu.
Olağanüstü bir aşk ve arkadaşlık filmi çekiyor.
Etraf güzel kadın ve erkeklerle dolu.
Üç gündür Türkiye’nin bütün siyasi gürültüsü kulaklarımdan ve gözlerimin önünden çekilmiş.
Hançeresini gere gere
bağıran, azarlayan, hakaret eden, ötekileştiren, şunlar bunlar diye tanzim eden kimse yok.

Haberin Devamı

KALDIĞIMIZ OTELİN ADI RISORGIMENTO, MANASI DA ŞU

Ferzan’la birlikte kaldığımız otelin adı “Risorgimento”...
On dokuzuncu yüzyılda İtalya’nın birleşmesini sağlayan başkaldırının adını taşıyor.
Gittikçe bölünen, kutuplaştırılan bir ülkeden geliyorum ve bu isim bana iyi geliyor.
Geldiğim gün Ferzan’ın kaldığı dairenin önündeki terastan Lecce’yi seyrederken, “Gezi” olayını konuşuyoruz.
Ferzan’ın önünde Tempo dergisinin yaptığı “Gezi özel sayısı” duruyor.
Harika bir dergi yapmışlar.
Ferzan Özpetek Gezi olayı sırasında Twitter’da çok destekleyici mesajlar attı.
Çok etkilendiğini anlatıyor.
Düşünüyorum, insan böylesine yoğun bir aşk ve dostluk filmi çekerken, herhalde Gezi sırasında oluşan dayanışma duygusu onu da çok etkiliyor.
Onu ilk defa film çekerken izliyorum.
Çok profesyonel bir ekiple çalışıyor.
Ama aralarındaki ilişki, profesyonelliğin çok çok ilerisinde bir arkadaşlık sıcaklığını yansıtıyor.
Herkese karşı çok nazik, çok arkadaşça.

Haberin Devamı

FERZAN LOKANTAYA GİRİYOR İLK SÖZÜ ŞU: BURANIN IŞIĞI ÇOK KÖTÜ

Eski bir benzin istasyonu bara çevrilmiş. Eski arkadaşlar 10 yıl sonra orada buluşuyor.
Kalabalık bir sahne çekiliyor ve ben film çekmenin zorluğunu ilk defa orada görüyorum.
Akşamüzeri saat sekizde başlıyor ve sabah saat dörtte bırakıyorlar.
Soruyorum, bu kadar çalışma ile filmin ne kadarlık bölümünü çektiniz...
Cevap: “Bir buçuk dakikalık bölümünü...”
Saat on buçukta ara veriliyor ve hemen karşı köşedeki restorana gidiyoruz.
Bütün çalışanlar orada yemek yiyor. Tabldot yok. Herkes istediği siparişi veriyor.
Biz bir masaya oturuyoruz. Biraz sonra Ferzan geliyor. İlk sözü şu:
“Buranın ışığı çok kötü...”
Tabii ki masayı değiştiriyoruz.
Hayatı, hayatın güzelliklerini çekmekle geçen bir sinemacının hepimize verdiği en güzel ders.
Önce ışık vardı...
Sonra bizler... Yüzlerimiz, bedenlerimiz, aşklarımız...
Bu arada lokantanın personeli gelip onunla fotoğraf çektiriyor.

Haberin Devamı

‘Gezi’ hepimizin duygu barajlarının kapaklarını açtı hayatı yeniden yazacağız

-FERZAN Özpetek burada çok seviliyor. ‘Serseri Mayınlar’ çekildikten sonra şehre gelen turist sayısında büyük artış olmuş.
Sanıyorum onunla gerçek arkadaşlığımız bir gece yarısı ‘Saturno Contro’ filmini seyrettikten sonra ona attığım mesajla başladı.
Hemen aradı ve şunu söyledi:
“Biliyor musun, benim en sevdiğim filmimdir...”
Film kendi evinde çekilmişti.
Arkadaşları hastanede ölümü bekleyen bir arkadaş grubunun her gün evde toplanıp yemek yapmalarını, birlikte yaşamalarını anlatıyordu.
O küçük dünyada her şey vardı. Sevgi, aşk, aldatmalar, bırakıp gitmeler, geri gelmeler...
Ama yapılan hiçbir hareketin adı “kötü” değil. “Aldatmak” fiilinin karşısında “ihanet” yazmıyor.
“Hayatın şeyleri...”

* * *

Haberin Devamı

Her şey yaşanıyordu ama sonunda yine arkadaşlık kalıyordu.
Yani kurtarılmış küçücük bölgemiz.
Bize yeten bir ülke...
Gerçek anavatanımız.
Kendimizi çok iyi hissettiğimiz o üç-beş metrekarelik devasa kıta.
Ve sahilleri, korkup küçük kayıklarıyla her gece kıyılarına dönen insanlara bırakıp okyanuslara açılmayı beklediğimiz limanımız.
Bir yerlere gitsek, koparılsak, ayrılsak da dönüp geleceğimiz demirleme limanımız..

* * *

Üçüncü gün sonunda anlıyorum ki, Ferzan filmlerini çektiği o dünyada yaşıyor.
Bütün duygusal konsantrasyonunu çektiği filme vermiş.
Ama o konsantrasyon arasında bile, Türkiye’den gelen biz üç-beş arkadaşının hangi restorana gideceği, orada ne yiyeceği ile de meşgul.
Üç dakika ortadan kaybolsak, merak ediyor.
Gözü monitörde, kulaklıktan içeride çekilen sekansın seslerini dinliyor.
Ama üçüncü gözü, kulağı ve yüreği aynı zamanda bizimle.
Burada bir “arkadaşlık stajı” görüyorum.
Ve dün gece Lecce’den ayrılırken şunu kuvvetle hissediyorum.
Büyük bir aşk ve arkadaşlık filmi geliyor.
Yılların ayaklarımıza ve arkadaşlıklarımıza ne yapabileceğini, ne yapamayacağını anlatan bir film geliyor.
Eminim, tıpkı ‘Serseri Mayınlar’ gibi seyredeceğim.
Sonunda ağlayacağım.
Sinema salonunun kapısına çıkıp duygularımı o anda yazacağım.

* * *

Haberin Devamı

Eminim...
Gezi’nin hepimizin duygu barajlarının kapaklarını açtığı bu küçük dünyamızda yeniden yükselen “aşk”ın anlamını hep birlikte yeniden yazacağız...

Lecce’de gezerken telaşsız bir hayatın güzelliğini keşfediyorum

Arkadaki koltukta üç gece

DÜN sabah erken kalkıp Lecce’de dolaşmaya başlıyorum.
Sabah kahvemi, yüz metre ilerideki kilisenin arkasındaki küçük bir kafede alıyorum.
Yıllardır yazıyorum.
Sabah kahvesi hayatımın en kutsal ritüellerinden biri.
Yanımda not defteri, üç gündür hissettiklerimi, öğrendiklerimi not alıyorum.
Galiba kendime yepyeni bir hayat kuruyorum.
-Mesela tek başıma sabah kahvesi içmenin keyfini keşfediyorum.
-Arabikanın, yalnızlığın en güzel parfümü de olabileceğini öğreniyorum.
-Geriye bakıyorum: Kadınlarla sohbetlerimin yorucu ve yıpratıcı bir seks telaşı içinde geçtiğini fark ediyorum.
-Hayatı telaşsızca, gizlenip kapanmadan, korkmadan, korkutmadan yaşamanın tek kişilik provasını yapıyorum.
Pekâlâ mümkünmüş diyorum.
-İnsanın ‘guru’suz da, başkalarının ruhani himayesine muhtaç olmadan, kendi ruhaniliği içinde, tek kişilik bir maneviyatla da yaşayabileceğini, yani peygambersiz, “deist” bir aşkın da keşfedilebileceğini hissediyorum.
-En önemlisi, üzerimdeki yorgunluğun ağırlığını, ancak yine kendimin kaldırabileceğini öğreniyorum.
-Üzerek ve üzülerek yaşamışım...
Üzmeden ve üzülmeden yaşamanın alfabesini yazmaya çalışıyorum.
-Kendi kendimi ikna etmeye çalışıyorum:
Yaşadıklarım her şeye değermiş...
Ama hayatta hâlâ her şeye değer başka şeyler de varmış...
Lecce münzeviliği bana iyi geldi.
Hayatı, Ferzan’ın yeni filminin kahramanları gibi, baştan sona yeniden bir kere daha görmeye, öğrenmeye iman etmiş olarak dönüyorum.

Yazarın Tüm Yazıları