Paylaş
Daha doğrusu Hazine’den sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın sözleri bizi ‘aklın geri geldiği’ yönünde ümitlendiriyor.
Ümitlendiriyor ama sadece Gezi olaylarına bakış değil, pek çok temel konuya yaklaşımda fazla bir değişiklik olmaması da endişe kaynağı.
Daha önce kim bilir kaç defa yazdığımı tekrar edeyim:
Türk ekonomisi, verdiği yüksek miktarlı cari açık yüzünden kırılgan bir ekonomi. Milli gelirimizin önemli bir yüzdesine ulaşan bu cari açığı vermek zorunda, daha doğrusu enerji ve ham- madde ithalatını yapmak zorundayız. Ekonomimiz eğer büyüyecekse bu alanlardaki harcamalarımız daha da artacak.
Bir yandan enerji ve hammadde ithalatı yapıp bir yandan da bunun cari açık vermemize sebep olmasını engellemek aslında mümkün. Ve biz bunu yapamadığımız sürece, kırılgan bir ekonomi içinde yaşayan orta gelirli bir ülke olmaya devam edeceğiz.
Peki nedir, cari açığı ortadan kaldırmanın (ve hatta cari fazla vermenin) yolu? Tek bir yolu var: Ürettiğimiz ürünlerdeki katma değeri arttırmak.
Bir örnekle derdimi daha iyi anlatabilirim belki: Bugün Beko ve Vestel, Batı Avrupa pazarının iki önemli televizyon markası. Bazı ülkelerde bu iki Türk markası pazarın hâkimi neredeyse.
Fakat, gerek Vestel’in ve gerekse Beko’nun sattığı TV başına elde ettiği katma değer, ortada duran potansiyele göre çok düşük.
Çünkü Vestel de Beko da aslında başkasının icadı olan teknolojileri satıyorlar. Evinizdeki bir LED TV’nin arkasında yüzlerce patent var. Türk firmaları, uzaktan kumanda aleti için bile bir yerlere telif ödüyorlar.
O TV’nin arkasındaki temel bilim fizik. Fiziğin de yarı iletkenlerle ilgili bölümü esas olarak. Bu bilimi siz yapsanız, patent size ait olsa, teknoloji size ait olsa, o TV’nin üzerindeki onlarca bilgisayar yazılımını sizin mühendisleriniz yapmış olsa, TV başına elde edeceğiniz katma değer de elbette çok daha yüksek olacaktı.
Bu örneği sadece TV veya bilgisayar gibi teknoloji ürünlerinde değil, tekstilden seramiğe, demir- çelikten otomotive kadar her üründe kullanabiliriz. Onbinlerce işçi çalıştıran ve yabancı markaların tasarımlarını üreten tekstil ve konfeksiyon firmalarımız var. Kendi tasarımlarını kendi markalarıyla üretip satsalar bugünkünden çok daha fazla katma değer elde edeceklerine kuşku yok.
Bu dönüşüm bir günde olamaz kuşkusuz; ve memlekette yegâne akıllı ben değilim bunları söyleyen, hatta akıllı bile değilim; çünkü başkalarının uzun yıllardır dile getirdiği temel gerçekleri duyuruyorum sadece.
Bütün bu sektörler arasında görece en basiti gibi duran moda alanında bile kendi tasarımını yapıp bunu dünya ölçeğinde pazara sunmak hiç de kolay değil. İşin bir sürü bileşeni var: Sermaye gücü, marka yatırımının büyüklüğü vs.
Ama bu bileşenlerden en önemlisi olan tasarım ve tasarımcı konusunu sahiden dünya ölçeğinde yapabilmek için kendi ülkemizde devrimsel bir değişime ihtiyaç var: Özgürlüklerin eksik ve kusurlu olduğu bir ülkede, yaratıcılığa dayalı tasarım da tasarımcı da olmaz.
Devam edelim: Özgürlüklerin olmadığı, bilimsel düşüncenin devlet eliyle baskılandığı bir ülkede dünyayla rekabet eder bilim yapmak da imkânsıza yakın bir durumdur.
Kendi biliminiz olmazsa kendi teknolojiniz de olmaz; kendi teknolojiniz yoksa ona dayalı tasarımlarınız ve yüksek katma değerli ürünleriniz de olmaz.
Bunlar olmazsa, başkasının bilimiyle üretilmiş teknolojileri ve tasarımları ucuz işgücünüzle yapar ve satarsınız.
İşgücünüzün ucuz olması ve ucuz kalması rekabetteki en büyük göreli avantajınız olduysa, ulusal eğitim sisteminizi düzeltmeyerek bu avantajınızı korumaya çalışırsınız.
Eğitimsiz kitlelerin çocuklarının da eğitimsizliğe mahkûm edilmesi yoluyla ülkenizi ‘zengin’ edersiniz. O da en fazla 10 bin dolar olur işte.
Paylaş