Paylaş
Mısır’daki Mursi’den, Taksim’deki hezimete bir mazlumiyet ithalatı telaşı ve hevesi var...
Güya AK Parti’yi savunuyorlar, güya demokrasiye hizmet ediyorlar.
Yaptıkları hem Türkiye demokrasisine, hem AK Parti’ye hakaret...
Bir teki bile sormuyor kendi kendine: Kardeşim ne alakası var, Mısır’daki Mursi’yle, Türkiye’deki Erdoğan’ın.
Sen görmüyorsan, göremiyorsan, görmek istemiyorsan, gel ben sana anlatayım.
* * *
- Mısır’da Mursi’yi iktidara getiren süreci, yine kendini deviren o askerlerin darbesi açtı.
Türkiye’de AK Parti’yi iktidara, kısa süreli kesintileri olsa da, 1950 yılından beri yapılan ve meşruiyeti tartışma götürmeyen, çok partili seçimler getirdi.
- Mısır’da Mursi, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda yüzde 24 oy aldı.
Türkiye’de AK Parti son seçimde yüzde 49.83 oy aldı.
- Mısır’da Mursi, ikinci turda geniş bir uzlaşma ile ancak yüzde 51 oy alarak iktidara geldi.
Ve geldiği günden itibaren, sanki bütün ülke Müslüman Kardeşler’inmiş gibi davranmaya başladı.
Türkiye’de AK Parti, Cumhuriyet’le kurulan laik sistemi orasından burasından kurcalasa da, değiştirmeye kalkışmadı.
Başbakan Erdoğan Kahire’ye kadar gidip, “Siz de laik sisteme geçin” tavsiyesinde bulundu.
Dinlemediler.
- Mısır’da ordu, Mübarek’i devirdi. Seçimin yolunu açtı.
Ama siyasetten çekilmedi.
Türkiye’de ordu, Başbakan Erdoğan’ın duruşu ve toplumun desteği ile bir daha geri dönmemek üzere kışlasına çekildi.
- Mısır’ın ekonomisi berbat.
Türkiye’de ise 24 Ocak’ta Demirel’in başlattığı gerçekçi uygulamalar, Özal’ın yaptığı serbest pazar devrimi, Derviş’in hazırladığı başarılı krizden çıkış programı ve Erdoğan’ın kimse tarafından tartışılmayacak başarılı yönetimi ile hep ilerledi.
- Türkiye, hâlâ Avrupa Birliği ile müzakereleri yürütüyor.
Mısır ise hâlâ bir Ortadoğu ülkesi...
O ülkeden bu ülkeye mazlumiyet ithali olmaz...
* * *
AYRICA: Türkiye’nin Batılı hayat tarzına ve laikliğe gönülden bağlı insanları artık demokrasi derslerini çok iyi öğreniyorlar.
Merak etmeyin, bugün çok kızdıkları Erdoğan’ı devirmeye yönelik sersem bir darbe girişimi olursa, tankların önüne önce onlar çıkacaklardır.
Unutmayın, Gezi’de, askerin adını ağızlarına almadılar, ama köprülerin ağzına, Başbakanlık binalarının etrafına askeri, AK Parti hükümeti dizdi.
Kendini korumak için yani...
* * *
İddia ediyorum; bu kutuplaşmış, ortasından bölünmüş, ikiye ayırtılmış Türkiye’nin en büyük mutabakatı, “Askeri darbeye ve demokrasiye dıştan müdahaleye karşı çıkmaktır”.
Demokrasi askeri darbeye karşı kendini savunmaya hazırdır.
Öyle bir durumda hepimizi tankların karşısında bulursunuz. Ama o insanlar bir başka mutabakatı daha umutla bekliyor.
Aynı demokrasi, kendini ve vatandaşını polis darbesine karşı korumaya da hazır mı?...
Yani, askerini kışlasına gönderen demokrasi, polisini de kışlasına gönderebilecek mi?...
Lütfen, çevreden biri editörün bu yazısını Başbakan’a okutsun
GEÇENLERDE yazmıştım.
İslami kesimde, yakından takip ettiğim dergilerden biri “Gerçek Hayat”...
Son sayısını Gezi olayına ayırmışlar. Kapakta Başbakan Erdoğan’ın resmi var.
Altına şu büyük başlığı atmışlar: “Millet Seninle...”
Spotları da şöyle:
“On yılda yepyeni bir ülke inşa etti. Şimdi onu da, Türkiye’yi de alaşağı etmek istiyorlar”.
Başlıktaki bu ifadeye hiç katılmıyorum.
Ama derginin içine baktığımda, kendilerinin de birinci sayfadaki kadar iştiyakla katılmadıkları kanaatine vardım.
“Editörden” yazısından başlayayım.
AK Parti’nin aklı başında bütün yöneticilerine sesleniyorum.
Lütfen bu yazıyı Başbakan’a okutun.
Her şeyine katılmıyorum. Ama üslubu ve içeriği bakımından fevkalade önemli ve yapıcı bir yazı.
Yazının özellikle şu bölümü benim de duygularımı yansıtıyor:
- “Çevresi, danışmanları, siyaset arkadaşları dahil, bütün AK Partililerin ortaya çıkan durumu iyi çözümlemeleri gerekiyor.
Başbakan’ın gelecek on yılı için.
Erdoğan artık AK Parti’nin ötesinde siyasi bir aktör çünkü.
- Kısacası Başbakan’ın kendilerini güçlü bir lider çıkaramayan kitlelerle bir iletişim dili oluşturması gerekiyor.
Bu kitlelere açıldıkça, halesinin daha bir parlak hale geleceğine şüphe yok.”
Bir de, aynı dergide İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Ferhat Kentel’in şu sesine de kulak vermekte yarar var:
“Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...”
Bunlar içeriden gelen sesler.
Dost sesler.
Ve bende samimi sesler olduğu izlenimi bıraktı.
İslami kesimde, çapulcuya çapulcu demeyenler de var.
Müslüman kardeşin kuyruğuna takılmak
BUGÜN için Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin en önemli boyutlarından biri nedir?
Soruyu, dün Radikal gazetesindeki köşesinde Cengiz Çandar soruyor?
Kimdir Cengiz Çandar, bir kere daha hatırlatmama gerek var mı?
Sersem bazı askerlerin hazırladığı, benim gibi sersem bazı genel yayın yönetmenlerinin de tufaya geldiği, Andıç rezaletinin kurbanı.
Türkiye’de askerin kışlasına çekilmesi sürecinde AK Parti’ye en büyük desteği vermiş gazetecilerden biri...
İşte o Cengiz Çandar yazının girişinde sorduğum soruya şu cevabı veriyor:
“AK Parti’yi, Müslüman Kardeşler’in kuyruğuna takılmaktan kurtarmak...”
Böyle bir durum mu var?
Evet var...
Mısır’da Mursi’nin askeri darbeyle devrilmesinden sonra AK Parti saflarında insana komik gelen bir mazlumiyet stratejisi izlenmeye başladı. Her mesajı emir telakki eden bazı köşe yazarlarını bir kenara bırakıyorum.
Kimi ekmek derdinden, kimi muhakeme kifayetsizliğinden, kimi de samimi olarak inandığı için bu yola girmişler. Ama AK Parti’nin en azından önde gelen siyasi kadrolarını artık tanıyoruz. Becerikli, zeki, siyaseti bilen insanlar onlar.
O nedenle samimi olduklarına inanıyor, böylesine mantıksız bir psikolojiye kapılabileceklerine ihtimal vermiyorum.
Herhalde iyi hesaplanmamış veya çok iyi hesaplanmış bir seçim stratejisidir diye düşünüyorum.
Adalet Bakanlığı net bir dille ‘Böyle bir uygulama yok’ diyor
DÜN Cumhuriyet gazetesinin bir önceki gün manşetinden yayınladığı bir haberi köşeme almıştım.
Manşete göre, Gezi olaylarından içeri alınanlar adi suçlularla aynı koğuşlara konuyormuş.
Akşam saatlerine kadar bir açıklama bekledim.
Gelmeyince de “doğruysa” diyerek bunun sakıncalarına değinen bir yazı yazdım.
Adalet Bakanlığı Halkla İlişkiler Bölümü dün bana bir açıklama gönderdi.
Açıklamanın yazımı ilgilendiren bölümünde şunu söylüyor:
- Bu konu basına intikal ettiğinde 11 Temmuz günü bir açıklama yaparak, bunu tekzip etmişler. Ancak Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz günü bunu yeniden manşete taşımış.
- Bu kişilerin kaldıkları bölümlerde cinayet, hırsızlık, gasp ve cinsel suçlardan tutuklu kimse yokmuş.
- Ayrıca içerideki söz konusu kişiler, yazılı ifadeleriyle şikâyetçi olmadıklarını bildirmişler.
Açıklamada ifadeler çok net ve açık.
Yazımda kimseyi hedef almamış, “doğruysa”, bunun çok tehlikeli olduğuna, totaliter ülkelerde uygulandığına dikkati çekmiştim. Yapılmıyorsa mesele yok demektir.
Paylaş