Paylaş
Başta bu dönemin adı üstünde bir ‘dönem’ olduğunu düşünmüştüm ama tuhaf bir biçimde ‘dönem’ uzadıkça uzuyor.
Demek istediğim, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neredeyse 10 yıla varan yalnızlığı. Evet, ‘kurucu politika yapıcısı’ olarak tek başına bir parti AK Parti.
Geçen gün de yazmaya çalıştım, Gezi olayları sonrası muhalefet partilerinin sokakla olan ilişkisizliğinin iyice belirginleşmesiyle Ak Parti açısından siyaset alanı iyice boşaldı. Bu durum da partiye, geçmişe göre daha fazla tek başına hareket etme alanı açtı.
Tam da bu sebeple, ‘Memlekete demokrasi lazımsa onu da biz getiririz’ kıvamına geldi bu parti.
Bir yandan Gezi Parkı eylemlerini yapanların görece çok küçük bir kısmı İstanbul’un türlü çeşitli parklarında ‘forum’lar düzenleyerek buradan bir ‘siyaset’ çıkarmaya çalışadururken benim aklımı kurcalayan soru da şu oldu: Acaba Gezi eylemlerinin Türkiye’de demokrasiye, demokratikleşmeye bir katkısı oldu mu, olacak mı?
Baştan söyleyeyim, ‘sivil’ ve ‘birey’ olanların katılması sebebiyle Gezi olaylarının kendisinin zaten demokrasiye bir katkı olduğunu düşünüyorum. Bu katkının etkilerini gelecekte çok daha iyi hissedeceğiz. (Ama bu katkıyı illa bir siyasi partiye yönelim şeklinde görmek isteyenler hayal kırıklığına uğrayacak; esas katkı siyasetin dönüştürülmesinde olacak.)
Fakat öte yandan, Türkiye’nin önünde durmakta olan somut demokratikleşme projesine Gezi Parkı’ndan çok ama çok sınırlı bir katkı geldi.
Türkiye’nin önündeki somut demokratikleşme projesi, ‘Çözüm süreci’nde kaçınılmaz olarak gündeme gelmesi gereken projeden başkası değil.
Yaygın şikâyet, ‘çözüm süreci’nin beraberinde getireceği ‘demokratikleşme projesi’nin içeriğinin belirsizliğine ilişkin. Detaylardaki belirsizliğin, hükümete demokratikleşme konusunda katkı sunmak isteyen muhalefete bir alan açtığına kuşku yok. Öte yandan, en genel anlamıyla hedefi iktidarıyla muhalefetiyle sokaktaki insanıyla bilmeyen yok: Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne tam anlamıyla uyumlu hale getirmek.
Gezi Parkı eylemcileri kendilerini attıkları sloganlar ve yazdıkları duvar yazıları, dövizler, pankartlarla ifade ettiler. Çeşitli web siteleri ve web bloglarında bu duvar yazıları, pankartlar, dövizler derlendi. Onları taradığımda, gerek Kürt sorununa ve gerekse demokratikleşmeye ilişkin talepleri dile getiren yazıların azlığı beni şaşırttı. (Yazılanların çoğunun polis şiddetine ve o şiddetin sorumlusu görülen Başbakan’a yönelik olması doğal.)
Oysa, ülkenin demokratikleştirilmesi, devletin insan haklarına uyumlu ve hesap verebilir hale getirilmesi tek başına AK Parti’ye bırakılmayacak kadar önemli konular.
Meclis’teki muhalefetin de, sokaktaki muhalefetin de bu konu için, ‘AK Parti yapacaksa yapılmasın’ noktasında olması, o muhalefetlerin geniş
kalabalıklar karşısındaki inandırıcılığını da törpülüyor maalesef.
Sembolik demokratikleşme atağı başlıyor mu?
HÜKÜMET ansızın Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini bir demokraside olması gereken biçimde değiştirecek adımını attı.
Geçen hafta salı günü bu köşede çıkan ‘Memlekete demokrasi lazımsa onu da biz getiririz’ başlıklı yazıda da anlatmaya çalışmıştım: Hükümet, Gezi Parkı olaylarının yurtiçi ve dışındaki etkisini kırmak için bir ‘demokratikleşme atağı’na kalkabilirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘akil insanlar’ heyetiyle yaptığı toplantıda ‘çözüm süreci’nin yasa değişikliklerini içeren demokratikleşme boyutunun biraz ağırdan alınacağı anlaşıldığına göre, halen şapkanın içinde beklemekte olan diğer tavşanlara el atmak gerekti ve İç Hizmet Kanunu 35. madde değişikliği bize bahşedildi.
Şikâyet edecek, ‘Hayır değişmesin, olduğu gibi kalsın’ diyecek halim yok elbette. Ama bu tepeden demokrasi bahşetme halini de görmemiz lazım.
Bir kez daha söylemek istiyorum: Memleketin demokratikleşmesi, tek başına AK Parti’ye bırakılamaz.
Muhalefetin, özellikle de CHP’nin bu konuyu adamakıllı düşünmesi gerek.
Paylaş