Paylaş
‘Gezi Parkı’ adıyla andığımız, Ahmet İnsel tarafından ‘Haysiyet isyanı’ olarak nitelenen olaylardan ve sokağa dökülen siyasetsiz yüzbinlerce insandan söz ediyoruz.
O insanların bir bölümü son haftanın akşamlarını İstanbul’un türlü çeşitli parklarında ‘forum’lar toplayarak, bir arayış içinde geçirdiler. Bu arayışlar nereye varacak, bir yere varacak mı, varırsa temsil edici olabilecek mi, bunlar şu anda cevabı olmayan sorular.
Çünkü, aktif eylemciler de, eyleme pasif destek verenler de biliyor: O kalabalıklar siyaseten neye karşı oldukları konusunda pek tereddüte sahip değiller.
Ama başta da söylediğim gibi, bir şeye karşı olmakta
ortak olmak, o karşı olunanın yerine karşı çıkılmayacak bir şeyden yana olmaktan daha kolay.
Tam da bu yüzden herhalde, ‘forum’larda daha çok ‘müşterek’ler aranıyor. Nerelerde birleşiliyor, hangi fikirler aynı? Yani aslında ilk aşamada aranan şey bir koalisyon. (Belki bir zamanlar İtalya’da kurulan ‘Zeytin Dalı Koalisyonu’nun öyküsü Türkiye’deki duruma tam uymasa da bir örnek oluşturabilir.)
Kısacası, Gezi Parkı’ndan bir siyasi parti veya partiler koalisyonu çıkar mı, çıkarsa başarılı olur mu, bunu şimdiden söylemek kolay değil. Yapılmak istenen de kolay değil.
Ancak, eğer dün bu köşede çıkan ‘birey’ ve ‘sivillik’le ilgili analiz gerçeği bir ölçüde anlatıyorsa, Türkiye’de siyasetin de artık eskisi gibi olmayacağını söylemek yanlış olmaz.
Tarihin çöp sepetine gidecek partiler
31 Mayıs’tan önce Türkiye’de hiç ‘birey’ olmadığını söylemek doğru değil elbette.
Ancak o sabah polisin saldırısına duyulan tepki bir barajın, en önemlisi bir korkunun yıkılmasını sağladı. O korku barajı yeniden oraya konamayacağına göre, ‘birey’ler kendi bireyselliklerini daha fazla sergileyecekler demektir.
Bütün ‘birey’lerin Adalet ve Kalkınma Partisi karşıtı olduğunu söylemek de doğru değil. Bu konuda daha tarafsız gözle, kendi akıl süzgeciyle bakanların çok olduğunu düşünmek için sebepler var.
Ama ‘birey’ bireyselliğini sergilemeye başladığında, onu bir ‘birey’ olarak değil de ‘sürü’ olarak gören partileri, liderleri de sorgulamaya başlıyor.
Benim siyaset değişecekten kastım da bu.
Partiler ve liderler, karşılarındakileri ‘oy deposu sürüler’ veya ‘zaten çantada keklik’ler olarak değil tek tek vatandaşlar olarak görmek, onların ortak noktalarına hitab etmek ama en önemlisi o ‘birey’lere saygılı davranmak zorunda kalacaklar.
Biz bu saygısızlığı sadece iktidar partisinde ve onun liderinde görmüyoruz; muhalefet partileri de
‘birey’e bu denli uzak oldukları için bugün
sokağa çıkan insanları temsil edemiyorlar. Sokaktakilerin çoğu CHP’ye oy vermiş
olsa bile bu onların CHP’li olduğu anlamına gelmiyor; olsa olsa bu partiye ‘Kötünün iyisi’ diye oy verenlerin çokluğuna işaret ediyor.
Geleceği de temsil eden bu yeni ‘birey’ bizi ‘Yeni Türkiye’ye taşıyacak, başkası değil.
Partiler o ‘birey’i temsil edebildikleri, onun beklentilerine karşılık verebildikleri oranda başarılı olabilecekler. Temsil edemeyenler, geçmişte takılıp kalanlar tarihin çöp sepetine gidecek.
Çoğulculuğun garantisi ne kadar sağlam?
Gezi olayları sonrası ilk yazılarımdan birinde, ‘Çoğulculuğumuzu geri kazandık’ diye yazmıştım.
Sokaktaki kalabalık, kendisine rağmen bir şey yapılmasını istemiyordu. Gezi Parkı’na yapılacak kışla bir semboldü sadece, esas kızılan şey Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çocuklarımızın sayısından ahlakımıza, etek boyundan TV’de hangi diziyi seyretmemiz gerektiğinekadar her şeye müdahil olmasıydı.
‘Bana karışma’ diyerek sokağa çıkan kitle bir anlamda bu ülkede çoğulculuğun ve çoğul ahlakın da güvencesi.
Ama acaba ne kadar sağlam bir güvence? Bence epey sağlam. Bireyler kendi bireyselliklerine dokulmasına izin vermediği müddetçe çoğul ahlakımız, çoğul hayat tarzlarımız, çoğul siyasi görüşlerimiz de garanti altında.
Paylaş