Paylaş
Bugün karşınızda İstanbul Hukuk mezunu, gözü kara bir avukat var. Başından sonuna kadar hem direnişçi hem avukat olarak olayların içindeydi. Anlattıkları birebir yaşadıklarıdır. Dinleyelim…
Adın?
- Rozerin Kip.
Kaç yaşındasın?
- 32.
Meslek?
- Avukatım.
Kaç yıldır avukatlık yapıyorsun?
- Sekiz. Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi’nin İnsan Hakları Bölümü’nde yüksek lisans yapıyorum.
Ne tür davalara bakıyorsun?
- Çalışma hayatında, ötekileştirilen kadınların ve LGBT bireylerin yaşadığı hak ihlallerine…
Gezi’de olma gerekçen…
- Hem direnişçi hem de hukukçu olarak yer aldım. 17 gün boyunca sokaklarda ve meydanlardaydım. O gençlerle birlikte direnmek beni çok onurlandırdı. Hukukçu olmak istemedim. Çünkü o ilk süreçte direnmek gerekiyordu. O mücadelenin içinde olmak, ruhuma anlatamayacağım kadar iyi geldi. Yeniden doğmak, yeniden umutlanmak, yeniden hayata sarılmak gibi. Parktaki direnişçilere malzeme taşıdım, yemek götürdüm, temizlik yaptım, onlarla birlikte zaman geçirdim.
Sonra peki…
- Bir an geldi, direnişçiden avukatlığa geçtim. Hukuki bilgilendirmelerde bulundum. Olası gözaltı durumlarında ne yapmaları gerektiğini anlattım. Polisin müdahalesinde kendilerini nasıl ifade edeceklerini izah ettim. O kadar saf ve apolitik ki o gençlerin bir kısmı, “Bir kere üzerinizde kimliğinizin olması gerekiyor” dedim. “Gözaltına alınırsanız, sebebini sorun” dedim. Elimden gelen hukuki desteği sundum. Sonraki aşamalarda hastanelerde görev aldım.
Gönüllü avukat olarak mı?
- Evet. Taksim İlk Yardım’da mesela. Gelen hastaların tedavi esnasında fotoğraflarını çekip, tutanak tutuyordum, nasıl bir darbeye maruz kaldıklarını, şikâyetçi olup olmadıklarını tespit ediyordum. Fotoğraflar, bizim için çok önemli. İstanbul Barosu olarak topluyoruz. Bunlar bizim delillerimiz. Çok ciddi mağduriyetler söz konusu çünkü.
Tanık olduğun en feci olay?
- Beşiktaş’taki mücadelede, kafasına fişek isabet etmiş bir genç adamın evine gittim. 10 gün komada kalmış. O gelemediği için baro, beni onun evine yolladı. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Korkunçtu hali. Algısı yok, konuşma yeteneğini kaybetmiş. Küçücük bir çocuğu var, ondan daha çocuk olmuş. Sonra gözü çıkan gençler gördüm. Biri hastaneye geldi. Doktor dedi ki, “O kadar yakın mesafeden plastik mermiye maruz kalmış ki, gözü sokakta akmıştır!” Bunu duyunca o gün iptal oldum, hiçbir şey yapamadım. Bu nasıl bir vahşilik! Burun burunasın, aranda üç metre var, adamın gözüne nişan alıp, plastik mermi sıkıyor. Senin gözünün önünde, adamın gözü akıyor! Bu açıklanabilecek bir şey midir?
Başka böyle tanık olduğun ve seni etkileyen olay var mıydı?
- Kafaları kanlar içinde geliyordu çocuklar, annelerini arıyorlardı hemen. Kafalarına dikiş atılırken, “Anne, ben iyiyim merak etme” diyorlardı. Hepsine saygı duydum. Onların cesareti, o cesur bakışlar, beni inanılmaz heyecanlandırdı. Dikişleri tamamlandıktan sonra da tekrar sokağa çıkıyorlardı.
Bütün bu olup bitenden sen nasıl etkilendin peki?
- Kendimi korkusuz zannederdim. Gerçekten de cesur ve mücadeleciyimdir. Ama günlerdir duyduğum bomba sesleri sanki bir savaşın içindeymişim hissini verdi. Ve beni kötü etkiledi. Panik atak başladı. Her an kötü bir şey olacakmış zannediyorum, arkamdan bir polis gelecek, orantısız şiddetle müdahale edecek zannediyorum. Normal bir yaşama bir daha hiç kavuşamayacakmışım gibi geliyor. Tabii ki öyle değil. Ama yaşadıklarımızın hepimizi sarstığı da muhakkak…
400’ün üzerinde gözaltı, 9 kayıp var
Kaç gözaltı oldu?
- 400’ün üzerinde. Tam rakam veremeyeceğim. Çünkü hâlâ sürüyor. Bunun dışında, kayıp gözaltılarımız var. Medyada yanlış bir bilgi dolaşıyor. 32 diye. Hayır, İstanbul Barosu’nun bildirdiği sayı dokuz. Aileler bildiriyor zaten. Gözaltı diye gitmişler. Ama emniyet kayıtlarında yok. Ne oldu bilmiyoruz. Araştırıyoruz.
Gönüllü olarak çalışan avukat sayısı…
- 900 avukat işini gücünü bıraktı, onlara hukuki destek sağlıyor. Ben de 20 gündür işimi bıraktım, hem savcılık hem mahkeme ifadelerinde yanlarındayım.
Doktorlar ve hukukçular hangi gerekçeyle alındı?
- Doktorlarınki iki şekilde. Birinci gerekçe, doktor olmayan şahısların varlığıydı. Hadi bu neyse de ikinci gerekçe asla kabul edilebilecek bir şey değil: Doktorların, mesai saatleri dahilinde Gezi’deki revirlerde çalışması. Muazzam bir tahammülsüzlük örneği.
Peki ya avukatlar?
- Gezi dağıtılınca biz de avukatlar olarak Çağlayan Adliyesi’nde protesto etmek istedik. Önce beş avukattık. Bize yapılan müdahalelerin sonrasında sayı 1100’e çıktı. O gün polis saçımdan tuttu, kalkanla vurdu, yere düştüm. Ayakkabım ayağımdan fırladı. Bayağı şiddet gördüm. Buna engel olmak isteyen iki arkadaşım, polisle tartışmaya başladı. Onlar da gözaltına alındı. Bu gözaltı sırasında, oturma eylemi yaptık. Sonra yaklaşık 300 çevik kuvvet polisi tarafından yaka paça cüppelerimizle alındık. Ben buna gözaltı demiyorum, gözaltı bir şüphe halinde alınır ve bir gerekçesi vardır. Bu bir ‘alı koyma’ydı. Zaten bizim tutanaklarımız tutulmadı, polis de haksız olduğunu biliyordu. Polise, “Bizi neden götürdüğünüzü biliyor musunuz?” dedim. “Hayır bilmiyoruz, bize gelen talimat bu yöndeydi” dedi. Ne yaptıklarını gerçekten bilmiyorlardı. Kanunsuz bir eylemdi, tabii ki suç duyurusunda bulunacağız.
AVUKAT GELMEDEN KONUŞMAYIN
Gezi’deki gençlere de söyledim: Kesinlikle hiçbir belgeye imza atmıyorsunuz. Hiçbir tutanağı imzalamıyorsunuz. “Derhal avukat istiyorum” diyorsunuz. Avukat istediğiniz takdirde, avukat gelmeden sizin ifadenizi kimse alamaz. Ve tabii şunu da unutmamak lazım: Emniyette ve savcılıkta, susma hakkı var insanların. Avukat gelmediği takdirde, susma hakkınızı kullanabilirsiniz.
O park küçük bir dünyaydı
Gezi’de seni çok şaşırtan neydi?
- O heyecan, o coşku, o paylaşım, o dayanışma. Rüya gibi bir yerdi. O park, küçük bir dünyaydı. Herkesin güler yüzlü olduğu, birbirini koruduğu, sakındığı... Her şeyden, siyasetten, bu hükümetten, baskıdan, alınan yargı kararlarından, ülkenin gidişatından, umutsuz olduğum bir anda, orası beni inanılmaz umutlandırdı. Ve insanların sokakta olması, baskı şiddete rağmen, istemediği şeyleri protesto etmesi beni geleceğimiz için umutlandırdı.
Her şeyin bittiğini düşündüm
‘Cadı avı’ gibi herkes evinden alınabilir mi?
- Olabilir. Bu halk direnişini, örgüt faaliyeti içine sokmaya çalışıyorlar. Peki bu örgüt faaliyetini gösteren kişilerin silahları ne dersiniz? Kask, baret, deniz gözlükleri, eldiven, gaz maskesi! Ya da evinde patlamış bir gaz bombası kapsülü var diye örgüt elemanı ilan ediyorlar! Basbayağı hayali bir örgüt oluşturulmak isteniyor. Ama gözaltılar devam edecek. Bundan daha fazlasını da bekliyoruz. Evet bu bir cadı avı. Ama yapacaklar…
O durumda ne yapılması gerekiyor?
- Bizler, gözaltı süreçlerinde şunu söyledik: Sokaktan alınıyorsanız, o anda isminizi bağırarak söyleyin, sonra sizi bulamıyoruz. Üzerinizde kimliğiniz yoksa alınabilirsiniz. Alınırsanız, neden gözaltına alındığınızı sorun. Hükümet şu anda olağanüstü hal uygulattığı için, insanları palaspandıras göz altına alıyor. O kadar çok insanı aldılar ki, talimatın kimden ve nereden geldiği de belli değil, birilerini toplamışlar, nereye götüreceklerini bilmedikleri için de bir yere bırakmışlar…
Nasıl yani?
- Tarlabaşı’nda bir otobüs dolusu insanı bırakmışlar mesela. Ne yapacağını bilmediklerinden, dolaştırıp dolaştırıp serbest bırakmışlar. Böyle başka olaylar da var.
Senin en korktuğun an hangisiydi?
- Geçen cumartesi Ramada Oteli’nde sıkıştık kaldık. Biz içerideydik, dışarısı büyük bir gaz bulutu altındaydı. Korkunçtu. Dışarıda polisler resmen gaz bombalı silahlarını bize doğrulttular. AKUT’a yardım etmek için de ordaydım, bir süre sonra kendimi sokağa attım ve direnişçilerle polis arasında kaldım. Yüzümde profesyonel bir gaz maskesi vardı. O anda elinde silah olan polisle göz göze geldim. Her şeyin bittiğini düşündüm. Ve çok korktum. O sesler hiç gitmiyor kulağımdan. Küçük çocuklar da vardı. Yüzlerce insan kaçışıyordu. “Biz bunları hak edecek ne yaptık?” dedim. Gerçekten ne yaptık?
Paylaş