Paylaş
Evet iktidar partisi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sinirlenmesi yüzünden, aceleci davranmıştı belki ama Gezi eylemcilerinin kendi ‘momentum’larını kaybettikleri de ortadaydı.
Hükümet kanadının stratejisi çok net biçimde gözüküyordu: Memleketteki muhalefet partilerinin Gezi sebebiyle sokağa çıkan kalabalıkları temsil etmediği belli olduğuna göre, iktidar bundan sonra Meclis’te tek taraflı hareket etme imkânına ve bir anlamda da ‘meşruiyeti’ne sahip olacaktı. Sokaklar devletin demir yumruğuyla ezilirse, AK Parti bundan sonra herhangi bir muhalefeti çok da kendine dert etmeden istediğini yapabilecekti.
Devlet gücünü kullanmaktan çekinmeyen, karşısındaki yegâne ‘canlı’ muhalefeti de, en azından kendi seçmeni nezdinde, ‘terörist-anarşist-sokaktan, şiddetten medet uman’ olarak yaftaladığını düşünen AK Parti,
tek parti döneminin meşhur ‘Memlekete komünizm lazımsa onu da biz yaparız’ zihniyeti kıvamına gelmiş bulunuyor: ‘Memlekete demokrasi lazımsa onu da biz getiririz.’
***
Üç haftalık Gezi olayları yaşanmamış olsaydı, biz bugün hükümetin ‘Çözüm süreci’nde ayak sürüyüp sürümediğini konuşuyor olacaktık. Öyle ya, PKK’nın çekilmesi devam ediyor, belki bitti bile. Bu arada da hükümet kanadının üç aşamalı planın ikinci aşamasını hızlandırması, yani insan hakları ve demokratikleşme odaklı yasal değişiklikler konusuna girmesi gerekiyordu.
Ama hayır. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in taa nisan ayında ‘Bir-iki hafta içinde Bakanlar Kurulu gündemine gelir’ dediği ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ hâlâ ortada yok.
Ama Türkiye, iyimser bir ihtimalle, Gezi olaylarının imajda yarattığı hasarı da gidermek amacıyla, pek yakında böylesi bir atağa kalkabilir; ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ sadece Bakanlar Kurulu tarafından onaylanıp hayata sokulmakla kalmaz, art arda yeni yargı paketleriyle yeni demokratikleşme hamleleri de gelebilir.
Tabii, bir de kötümser ihtimaller var: Başbakanın girdiği ruh halinin de etkisiyle ‘çözüm süreci’ni ertelemesi, hatta seçim sonrasına bırakması, demokratikleşme yerine hayat tarzı tartışmalarını büyütecek yasal düzenlemelerin gündeme gelmesi, hükümetin tek başına olmanın keyfini sonuna kadar çıkarması...
Kendi adıma, iyimser ihtimalin gerçekleşmesini, ‘çözüm süreci’nde yol alınmasını umanlardanım, ama kötümser ihtimaller için de ‘Olmaz’ diyemiyorum.
Her yerde siyaset görmek...
Gerek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsen, gerekse daha geniş anlamda AK Parti entelektüel çekirdeğinin, bütün ama bütün sorunları ‘siyasi’ görmek gibi bir alışkanlığı, bir bakış açısı var.
Ama hayatta bazı sorunlar var ki, siyasi sonuçları veya siyasete yansımaları olsa dahi, siyasi olarak adlandırılamaz sorunlar bunlar.
Bir örnek: Gezi Parkı eylemlerinin bana göre temel çağrısı olan ‘saygı’ talebi, siyasi bir talep değil. Bu talebi siyasete tercüme etmek de kolay değil.
İnsanlar saygı görmek, insan yerine konmak, muhatap alınmak istiyorlardı. Polisin ve devletin ve Başbakan Erdoğan’ın herkese böcek muamelesi yapmamasını istiyorlardı.
Başbakan Erdoğan ve çevresi bu talebi, ‘Bunlar meydanda iktidarı değiştirmek istiyorlar’ şeklinde anladı. Çünkü onlara göre siyasi olmayan, en azından arka planında siyaset bulunmayan bir sebeple insanlar meydanlara çıkmazlar, saatlerce polisten gaz yemelerine rağmen dağılmadan durmazlardı.
Siz refleks olarak bir siyaset arıyor olabilirsiniz ama o gövdeyi oluşturan ana yapıda bir siyaset yoksa ne yapacaksınız? O zaman, ana yapıya sağından solundan yapışan, ana yapıyla doğal veya doğal olmayan yollarda birleşen eski usul siyasi yapıları sanki yegane muhatabınızmış gibi görmeniz ne kadar doğrudur acaba?
Başbakan ve çevresi Gezi Parkı boşaldı, Taksim’de hayat normale döndü, sokak gösterileri hız kesti veya tamamen sona erdi diye ‘Bu iş bitti’ diye düşünüyor olabilir.
Ama siyasete tercümesi zor olan o ‘saygı’ talebi bir yere gitmiş değil; o talebin dile getirilmesindeki ‘meşruiyet’ de kaybolmuş değil.
Paylaş