Paylaş
Böylesine geniş ve yaygın protesto gösterileri olur, polisin tahrikiyle ve kullandığı tonlarca gaz bombasıyla protestoya katılanlar her geçen gün daha da artarken başlangıçta herkes Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ne diyeceğini merak ediyordu.
Başbakan Erdoğan bu merakı giderdi. Hem de ne gidermek. Cumartesi ve pazar günü boyunca defalarca TV’lerden canlı yayınlanan konuşmalar yaptı, bir TV mülakatına katıldı, son olarak da dün sabah yurt dışı gezisine gitmezden önce basın toplantısında konuştu.
Başbakanın sözleri içinde öyle şeyler var ki, üzerinde uzun uzun durulmayı, uzun uzun eleştirilmeyi hak ediyor. Ama şimdilik, gösteriler ve göstericilerle ilgili bölümüne bakacağım.
Açıkçası, pek çok kişinin (buna bence AK Parti tabanı ve tavanı da dahil) beklentisi Başbakan’ın tansiyonu düşürmesiydi. Ama Başbakan bunu ilk günden beri yapmıyor. Hatta meydan okuyor.
Parktaki ağaçlar için başlayıp hükümete yönelik büyük bir öfkeye dönüşen gösterilere katılanları ‘Çapulcu’ ve ‘Marjinal’ ilan ediyor başbakan. Bu kitlenin CHP tarafından bir sonraki yerel seçimde İstanbul’u kazanmak için sokağa çıkarıldığını söylüyor.
Başbakanın bu konuşmalarını pek çok kişi, ‘Erdoğan sokağın verdiği mesajı anlamadı’ cümlesiyle yorumladı. Ben o kanıda değilim.
Bir kere ‘Anlamadı’ demek, tepeden bir bakış. Türkiye’nin Başbakanı’ndan söz ediyoruz; sevmeyenlerin bile hiç küçümsememesi gereken bir kişiden yani.
Ya Başbakan’ın bu tutumu bir stratejiyse?
Bana soracak olursanız, Başbakan Erdoğan olası bir anayasa referandumunun, yerel seçimin ve cumhurbaşkanlığı seçiminin ortak seçim kampanyasını 31 Mayıs 2013 itibarıyla İstanbul’da başlattı.
Bunu beğenmeyebilirsiniz, hatta ülke için iyi bulmayabilirsiniz ama Başbakan’ın geçmişte de partisinden gelen farklı görüşlere rağmen böyle stratejileri yakın çevresiyle çizip sonra tam gaz ilerlediğini unutmamalısınız.
Karşıdaki hiç de özdeş olmayan, hatta birbirine benzemeyen kitleyi tek başına ‘CHP organizasyonu’ olarak nitelemesi de stratejinin parçası. Türkiye’nin iletişim gücü en yüksek insanından söz ediyoruz. Kısa zaman sonra, İstanbul’daki olayların neden çıktığı ve nasıl olduğu yerine o protestolara katılanların CHP’li olup olmadığını konuşmaya başlarsak da şaşmayın.
Çoğulculuğu geri kazandık galiba
İstanbul protestolarının bu denli kitleselleşmesi, normalde tarihin gösterdiği en apolitik nesil olan 80’li 90’lı beyaz yakalı gençlerin günlerce gaz yemek pahasına sokaktan eve girmemesi, bu topluma çok önemli bir şey kazandırdı.
Yıkılan korku eşiği sayesinde, kaybetmeye çok yaklaştığımız çoğulculuğumuzu, çoğul ahlakı geri kazandık. Bunu da o gençlere borçluyuz.
Başbakan istediği kadar, ‘İçki içen alkoliktir’ desin; İstanbul protestoları ona ve ondan sonra gelecek bütün siyasi iktidarlara yaşam tarzlarına yönelik kısıtlayıcı yasal girişimlerde bulunmanın ciddi bir bedeli olduğunu, olacağını gösterdi.
Ne Devrim Ne Şeriat, SAYGI
Bir duvar yazısı her şeyi anlatıyor. Sokağın gerçekte ne istediği, en temelde talep edilenin, bütün o türdeş olmayan kalabalığı bir araya getiren yegane talebin ne olduğunu çok iyi anlatıyor: Saygı.
İnsanlar, özellikle de beyaz yakalı işlerde çalışan, orta sınıflar, saygı görmek istiyorlar. Azarlanmak, hor görülmek, yok sayılmak, böcek muamelesine tabi tutulmak, vesayet altında kalmak değil, basitçe saygı.
Hükümet düşürmenin yeri sokak değil sandık
Sokakların heyecanını ve aceleciliğini anlayabiliyorum ama bir konuda anlaşmamız lazım: Türkiye’de iktidarları değiştirmenin yeri sokak değil sandıktır.
Sokağın sesi önemlidir; protestolar anlamlıdır ama hükümetler seçim dışında yollarla değişmez.
Tabii bunu sadece sokak değil hükümet de bellemeli: Sokağı zorlamaya, polis şiddetiyle onları daha fazla tahrik etmeye de son vermek gerekir.
Paylaş