Paylaş
Çoğulculuk, sadece birden fazla siyasi görüşün siyasi arenada temsil edilmesi, farklı görüşlerin dile getirilmesi anlamına gelmez.
Çoğulculuk, aynı zamanda birden fazla ahlak anlayışının birbirine üstünlük iddiası taşımadan bir arada yaşamasıdır.
Hemen itirazları duyar gibiyim: Birden fazla ahlak mı olurmuş, ahlak bir tanedir...
Hayır değildir. Elbette bütün ahlakların ortak noktaları vardır. Öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek, iyiliksever olmak vb.
Ama bir de ayrıldığı noktalar vardır. Kavga da tam o noktalarda yaşanır zaten.
* * *
Bazılarımıza göre evlilik öncesi kızların erkeklerle flörtü sorun değildir. Bazılarımıza göre ise büyük bir sorun.
Bazılarımıza göre ölçülü de olsa içki içmek kötüdür. Bazılarımıza göre ise içki içmek gayet normaldir.
Bazılarımıza göre kişinin iyi, güzel ve doğru yaşam sürdürebilmesi için en önemli unsur kendi vicdanıdır. Bazılarımıza göre iyi, güzel ve doğru bir yaşama ancak İslam dini aracılığıyla ulaşabiliriz.
Bazılarımıza göre kadınların saçlarını örtmeleri inançlarının doğal ve ayrılmaz bir gereğidir. Bazılarımız bunun ‘geri kalmışlık göstergesi’ olduğunu düşünür.
Bazılarımıza göre evin reisi erkektir, kadının görevi çocuk doğurmak ve yetiştirmektir. Bazılarımız ise bu iş bölümünü akıllarına bile getirmez.
Bazılarımıza göre homoseksüellik bu hayatın gerçeğidir ve homoseksüellerin bu cinsel kimlikleriyle yaşam sürmesi gayet normal, hatta sıradandır. Bazılarımız ise homoseksüelliği bir hastalık olarak görür, bu kimliğin açıkça sergilenmesinden hoşlanmaz.
* * *
Ben konu kolay anlaşılsın diye her olası durumda iki farklı görüş varmış gibi yazdım ama aslında Türkiye’de bile ikiden fazla duruş, görüş var.
Bu topraklarda öteden beri mesele, bu ahlaklardan birinin diğerlerine üstün gelme meselesidir. Biz bu kavgayı Osmanlı’dan devraldık, Cumhuriyet’te de sürdürdük.
Mesela Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta eleştirdiği 1930’ların 40’ların Kemalist uygulamaları, bir ahlakın diğer ahlaklar üzerindeki tahakkümünün yıllarıydı. Totaliterizm sadece siyasi bir yöntem değildir; kendi ahlakını bütün topluma dayatır aynı zamanda.
Hepimizin hayatı bir ahlakın diğer ahlaklar üzerinde ağır ağır tahakküm kurma çabasının da hikayesi aslında.
70’li yıllarda eğitimde yapılan değişiklikler; felsefe derslerinin müfredattan çıkarılması, evrime ‘rakip teori’ denilerek yaradılışçılığın biyoloji ders kitaplarına girmesi, biranın ‘içki’ sayılması ve reklamının yasaklanması...
Böyle gidiyor, bir ahlakın diğer ahlaklar üzerindeki üstünlük iddiasının devlet gücünü ve yasaları da arkasına alarak kurulma çabası.
Son içki yasasına dayanak oluşturduğu söylenen Avrupa Birliği’ndeki uygulamalarla ilgili raporu okudum. Yasa koyucumuzun son dakika önergeleriyle
tek tek her konuda Avrupa’daki en sert uygulamayı örnek alarak kural getirmesinin ne anlama geldiğini herkes biliyor.
Ahlak vaaz eden vatandaşına neden güvenmez?
Yasa koyucumuz veya siyasi iktidarlarımız sürekli ahlak vaaz ediyor.
Televizyondaki falanca dizinin genel ahlaka aykırı olduğunu söylüyor. Peki, diyelim ki öyledir, ama ahlaklı yapmaya çalıştığı insanların elinde uzaktan kumanda olduğunu unutuyor bu ahlak getiriciler.
Aynı şey içki için de geçerli. Zaten ciddi sınırlamalar var Türkiye’de içki tüketimi üzerinde. Pek çok şehrimizde lokantalarda içki içilemediğini hepimiz biliyoruz. Ülkemizde içki tüketimi de esasen çok düşük. Ama bunlar yetmiyor, halka ve en önemlisi onun ahlakına güvenilmiyor, emredici yasal hükümler getiriliyor.
Toplumda sağduyuyla, sivil toplum örgütlerinin çabasıyla çözülebilecek konuları yasa konusu yapmaktan bir kurtulsak, vatandaşımıza güvenmeyi bir öğrensek, demokratikleşmenin yarısını da gerçekleştirmiş olacağız aslında.
Paylaş