Paylaş
“Şefkatli” devletimiz elinden geleni fazlasıyla yaptı.
*
-20 binden fazla polis... Çukura düşülmesin diye dövdü eline geçeni...
-Binlerce biber gazı... Çukura düşüp kaza olmasın diye sıkıldı eylemcilerin üzerine...
- Köprülerin ayakları... Çukura düşme tehlikesi nedeniyle kaldırıldı.
-Vapur, metro, metrobüs, otobüs... Çukura düşülmesin diye yolcu taşımadı.
-Tepemizde helikopterler... Çukura düşülmesin diye döndü durdu.
- Tazyikli sular... Çukurlara düşüp incinme olmasın diye sıkıldı.
- Otobüsler... Çukurlara düşülmesin diye polis taşıdı.
- DİSK binası... Çukurlara düşüp kimse yaralanmasın diye gazlandı.
-Şişli ile Beşiktaş... Çukurlara düşülmesin diye nefessiz kaldı.
-Mahalle araları... Çukurlara düşülmesin diye baştan sona gaz oldu.
-Kuşlar bile... Çukurlara düşülmesin diye tıknefes oldu.
*
Bunca çabanın, bunca gayretin, bunca polis gücünün, bunca emeğin, bunca enerjinin, bunca organizasyon kabiliyetinin...
Yüzde biri değil.
Binde biri bile...
Taksim’e çıkanların çukura düşmemeleri için alınacak önlemlerde kullanılsaydı...
Sağ salim barış içinde kutlanırdı
1 Mayıs...
*
Şefkatli, rikkatli, dikkatli devlet babamızın, çukurun da çukuruna düştüğü yer işte tam da burasıdır.
Kıyas mıyas
DİYORUZ ki:
Gösterilere hoyratça müdahale edersen, en küçük bir uzlaşmaya kapı aralamazsan, koca şehirde adı konmamış sıkıyönetim ilan edersen, 20 binden fazla polisle İstanbul’u kuşatırsan...
Tunus rejiminden, Mübarek rejiminden, Esad rejiminden ne farkın kalır?
Hemen atılıyorlar:
Hiç mi insafın yok? Nasıl onlarla bizimkini kıyaslarsın.
*
Atılanlar haklıdır.
Olay şudur:
Bizim rejimimiz Tunus rejiminden, Tunus rejimi Mübarek rejiminden, Mübarek rejimi Esad rejiminden, Esad rejimi de Kuzey Kore rejiminden hallicedir.
Kısacası...
Kuzey Kore’yi baz aldık mıydı, her şey çok süper oluyor.
Ne olurdu şöyle olsaydı
DEVLET dedi ki:
“Taksim’e çıkmak tehlikelidir, izin vermeyiz”.
Sendikalar dedi ki:
“Tehlikeyi bertaraf ederiz, bizim için sorun yok”.
*
Bu ihtilaf şöyle halledilseydi:
- Devlet ile sendikalar bir araya gelselerdi.
- Taksim’de inceleme yapsalardı.
- Meydan’da alınacak önlemler konusunda işbirliğine gitselerdi.
- Kimsenin başına bir kaza gelmesin diye gerekli önlemler sendikalar ve devlet tarafından alınsaydı.
- Ve olay iyilik, güzellik ve uzlaşmayla sonuçlansaydı...
Ne olurdu?
*
Sanırım şöyle şeyler olurdu:
- Devleti yönetenler, “Dediğim dediktir” mesajı verememiş olurdu.
- Hükümetin nasırlı yumruğunun gücü, vatandaşa gösterilememiş olurdu.
- Koca devlet, bir sendikayı muhatap alıp pazarlık yapmış görüntüsü vermiş olurdu.
- Hükümet “Biz olmaz dedik mi o iş olmaz” havasını atamamış olurdu.
- Başbakanımız taviz vermiş olurdu.
*
İşte bunlar olmasın diye...
Uzlaşma olmadı.
Bir zamanlar benim sendikam HAK-İŞ’ti
-DİSK binası ablukaya alınmışken...
- DİSK binasına yağmur gibi biber gazı fırlatırken...
- DİSK üyelerine adım attırılmazken...
- Hiçbir sendikanın Taksim Meydanı’na sokulmasına izin verilmezken...
HAK-İŞ’e bağlı 50 kişilik bir grup davul zurna eşliğinde Taksim Meydanı’na girdi, çelenk bıraktı, anma yaptı.
*
Bir zamanlar bu HAK-İŞ, benim için bir umuttu...
Davamızın sendikacılığını yapacaklardı, ilkelerin sendikası olacaklardı, mazluma da zalime de kimlik sormayacaklardı, öyle bir hak arayacaklardı ki herkes imrenecekti falan...
Davamızın sendikacılığını yapıyorlar mı yapmıyorlar mı bilemiyorum ama hiç “delikanlı” bir sendikacılık yapmadıkları dün itibariyle kesin gibi.
İzin verilmedi izin verdirildi
DİYORLAR ki:
Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs’a açan bu iktidar değil mi? İki yıl önce bu iktidar izin vermedi mi Taksim Meydanı’nda kutlama yapmaya?
*
Hop!
İzin verilmez, izin alınır.
Onca mücadele, onca gözyaşı, onca direnç, onca enerji, onca çaba, onca emek, onca direniş, onca alınteri olmasaydı...
İzin falan verilmezdi.
GAZLI GÜNDEN NOTLAR
BÖYLE bir İstanbul görülmemiştir.
- Nişantaşı... Sabah saatleri...
- Evden dışarı çıktım: Her yer kesif bir biber gazı kokusuyla doluydu.
- Yürüdükçe gözde yaşarma, kalpte sıkışma, burunda acıma falan...
- Nişantaşı kafelerinde gergin bir bekleyiş... “Ya yüzleri kapalı militanlar buralara kadar iner ve taşlama yaparlarsa” endişesi... Geçen yılların deneyimine binaen...
- Şöyle bir açıldım Osmanbey’e doğru... Biber gazı etkisinin arttığı anlar...
- Etraf polis kaynıyor... Caddeler, polis taşıyan sivil otobüslerle dolu...
- 1 Mayıs 1977 için Ruhi Su’nun yaptığı bir beste var... Sözleri şöyle: “Beş yüz bin emekçi vardı/Taksim Meydanı’na girdi/Öyle bir İstanbul gördük/Sorarlar bir gün sorarlar”. Bu marşı, “Yirmi binden fazla polis vardık/Taksim Meydanı’na sokmadık/Öyle bir İstanbul gördük/Soramazlar bir gün soramazlar” diye değiştirmek mümkün.
- İşte küçük çaplı bir çatışma: Yüzleri maskeli DHKP-C sloganları atan grup ile polis karşı karşıya... İlk müdahale... Yine biber gazı... Eşofmanlı çiftler kaçışıyor.
- CHP’lilerin önü Beşiktaş’ta kesilmiş... DİSK’lilerin önü Şişli’de kesilmiş... Sivil toplum örgütleri toparlanamamış bile... Ara sokaklar yüzleri maskeli gruplara kalmış... Onlar da bildikleri tek şeyi yapıyorlar: Taşa sarılıyorlar.
- Yol kenarlarına bırakılmış limonlar var... Hayrat gibi... Sebil gibi...
- İlk bilgiler geliyor: İslamcı “Antikapitalist Müslümanlar” grubu, Fatih Camisi’nde namaz kıldıktan sonra yola çıkmış. Unkapanı Köprüsü ikiye ayrılmış, grup geçiş yapamamış... Direnenlere biber gazı sıkılmış... “Sonunda İslamcılar da yedi biber gazını” diyorum.
- Taksim’e gitmek istedim: Bunun için sekiz yol denedim, sekizinin sonu da hüsranla bitti.
- Twitter’da bir espri dolaşıyordu... Şöyle bir şey:
“1 Mayıs’ta İstanbul’daki polis sayısı: 40 bin... Viyana Kuşatması’ndaki muharip sayısı: 60 bin”... Başka sorum yok, tanık sizin.
Paylaş