Paylaş
“Bizim metropollerimiz vardı ama o metropoller beceriksiz ve estetik dünyası olmayan, estetik ruhu olmayan ellerde adeta nekropole, yani ölü şehirlere dönüştü. Eskiden yeşilin içine yeşille uyumlu yapılar inşa edilirken şimdi artık saksılarda çiçekler yetiştiriliyor”.
Ve aynı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Taksim’deki son yeşil alan Gezi Parkı’nın yok edilerek yerine eski Topçu Kışlası’nın yeniden yapılacağını, AVM ve rezidans olarak kullanılacağını açıkladı.
Böyle örneklerle düzenli aralıklarla karşılaşıyoruz.
Ve artık o meşhur sözü şöyle söylemek de mümkün:
“Söz konusu olan Başbakan’ın konuşmalarıysa, tutarlılık aramak teferruattır!”
Çünkü her gün konuşuyor, o gün ne tarafından kalktıysa ona göre konuşuyor, dün söylediğini bugün, bugün söylediğini yarın unutuyor.
Ve şunları da söyledi:
“Denizin kenarında üç-beş çanak çömlek, üç-beş çatal bıçak bulunmuş onu koruyorsun da bu tarihi binayı neden korumuyorsun?”
Başbakan’ın “üç–beş çanak çömlek” dediği şey Marmaray kazısı sırasında ortaya çıkan arkeolojik eserler.
Tarih bilinci ancak alışveriş merkezi yapmak için eski binaların taklitlerini yaptırma düzeyinde kaldığı için İstanbul’daki insan yaşamının 8 bin 500 yıl önce başladığını ortaya koyan bulguları anlamakta zorlanıyor tabii.
O kazılarda neolitik döneme ait 390 ayak izi bulundu ve bunlar bugüne kadar dünya yüzünde bulunabilen en eski ayak izleri!
“Üç–beş çanak çömlek” dediği de erken ve geç Roma dönemi, Bizans dönemi ve Osmanlı dönemine ait arkeolojik eserler. 36 batık ve toplam 40 bin tarihi eşya!
“Çılgın projesi” için de şunu söylüyor:
“Kanal İstanbul’la ilgili birileri gelip bize akıl veriyor ‘bu yanlış’ diye. Ya arkadaş sen aklını kendine sakla”.
Aklını kendilerine saklayacak olanlar, sokaktan geçen işportacılar değil, bu konuyla ilgili uzmanlıkları olan insanlar.
Ama uzmanlığı kim takar? Bilime ve akla önem verenler tabii!
Bunlara önem vermiyorsanız, aklınız sadece yandaş zengin etmek için iş icat etmeye çalışıyorsa böyle dersiniz: Aklını kendine sakla!
‘Gardırop Müslümanları’nı korumak için
“KANATLI takiyeci”, bu kez de kadın kabin memurlarının rujunun rengine takmış!
Kırmızı ya da pembe ruj sürülmeyecek, dudaklarda sadece parlatıcı kullanılacakmış.
Saçları da ihmal etmiyorlar tabii, bir kadının en büyük günah aleti saçıdır çünkü: “Kulak üzerinden atkuyruğu ya da topuz şeklinde olsun” diye karar vermişler.
Yakında enseyi ve boynu örtecek şekilde bağlanmasını da isterlerse hiç şaşırmayın!
Bu kararların alınma nedeni “daha duru ve sade bir görünüşün sağlanması” imiş!
Evet, doğrusunu isterseniz güpegündüz gece makyajıyla dolaşan kabin görevlisi görmüşlüğüm var ve böyle bir görüntü kuşkusuz ki kurumsal olarak istenmeyen bir görüntü olabilir.
Ama işi her gün birçok kadının kullandığı ve kimsenin de yadırgamadığı kırmızı–pembe ruja kadar getiriyorsanız, sizin bazı meselelerle ilgili zorunuz var demektir.
Özellikle de kadınların kılık kıyafetlerine takılmış kalmış durumdasınızdır, bu yüzyılda değil, başka bir yüzyılda yaşıyorsunuz anlamına gelir.
Durduk yerde bu neden akıllarına gelmiş olabilir diye düşündüm, olsa olsa şu olabilir:
Bazı yolcular hosteslerin kırmızı ruju nedeniyle günaha girmekte olduklarını düşünmüş olmalı.
Biliyorsunuz memlekette “gardırop Müslümanı” sayısında bir artış var, topuklu ayakkabı tıkırtısından bile tahrik olup, günaha girebiliyorlar, sanırım onlar korunmak isteniyor.
Kamu görevlisi vatandaşı önemsemezse
HINCAL Uluç, Sabah gazetesindeki köşesinde geçtiğimiz iki hafta içinde Nişantaşı kavşağı ile ilgili problemi yazdı.
Günün her saatinde o kavşağın neden tıkandığını, ne yapılırsa sorunun büyük ölçüde çözülebileceğini anlattı.
Normal bir memlekette, çok satan bir gazetenin, çok okunan bir köşesinde böyle bir yazı çıksa, o ilin valisi, emniyet müdürü, trafik müdürü ve bu işlere bakan başka ne müdürü varsa, konuyla ilgilenirdi, sorunun çözümü için çalışılırdı.
Ama burası anormal bir memleket, kamu yöneticileri amirlerini pışpışlamayı kendi gelecekleri için daha önemli gördüklerinden, bundan vakit bulup vatandaşın meselesine eğilemiyor.
Dün sabah saat 09.30’da o kavşakta Hıncal Ağabey’in yazdığı her şey gerçekleşmiş durumdaydı.
Geçemeyeceği kavşağa girerek onu tıkayanlar, ters yönden gelerek girmemeleri gereken sokağa girmek isteyenler kavşağı kilitlemişti.
Kavşağa iki otomobil mesafedeydim ve dört kere yeşil yandı, söndü, beşincisinde geçebildim. Bir tek trafik polisi yoktu ki o karmaşaya müdahale etsin.
Çünkü üç trafik polisi, o kavşaktan ileri doğru (Osmanbey yönüne) ilk trafik ışığının oradaydılar.
Tabii orada trafik akışı şahaneydi, çünkü aşağıdan yukarıya kimse gelemiyordu!
İstanbul’da insan eliyle müdahale edilerek kolayca sorunu çözülebilecek böyle en az on kavşak var. İki vardiya, dörder polis konsa, hadi bilemedin 100 trafik polisiyle trafik akışı normale dönebilir.
Tabii adam gibi bir amirin bulunmuş olması şartıyla!
Paylaş