Paylaş
Önce kendi biliminiz olacak, sonra o bilime dayalı teknolojileriniz, sonra da o teknolojiyle üretilmiş kendi tasarımınız ürünleriniz.
Kendi biliminiz olmazsa, bilim yapma işini başka ülkelere, milletlere bırakırsanız, doğal olarak o bilimle üretilmiş teknolojileriniz de olmaz; en fazla o teknolojilerin kullanıcısı veya taşeron üreticisi olursunuz.
Bizim sorunumuz, bu basit ama aslında çok derin ilişkiyi tam olarak kavrayamamak, dünyanın ileri ülkeleriyle aramızdaki farkı onlardan teknoloji transfer ederek veya o teknolojiyi uygulayan mühendisleri buraya getirerek çözeceğimizi sanmak.
Yıl 2013. Umarım bu işin böyle olmadığını, daha yüksek katma değer üretmek, vatandaşlarımıza daha iyi bir hayat sağlamak için bilim üretmemiz gerektiğini öğrenmişizdir.
Çünkü bunu öğrenmediysek, ülkemiz için Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıldönümü olan 2023 yılı için koyduğumuz iddialı hedeflere ulaşmamış da imkansız değilse de çok zor olur.
Türkiye, petrol, doğal gaz veya altın gibi yeraltı kaynaklarıyla zengin olamayacağına göre, bu işi bilim yoluyla yapacağız.
Zaten şu örneği vermem lazım: Pirincin 1 kilogramı 2, etin bir kilogramı 15, bugün yerlisini ürettirmek için hükümetin iş dünyasıyla kavga ettiği otomobilin kilogramı 50, uçağın kilogramı 250, dizüstü bilgisayarın kilogramı 1000, cep telefonunun kilogramı 5000, uydunun kilogramı 100 bin dolar.
Yani, bilgiye, bilime ve o bilimden kaynaklanan yüksek teknolojiyle yaptığınız ürünler, her durumda petrolden daha verimli ve daha yüksek katma değer üreten ürünler.
Ama bizim, eğer varsa, bilime dayalı teknoloji ürünleri üretme hedefimize ulaşmamızın önünde çok önemli bir engel var: Ülkemizde temel bilimler eğitimine zaten az olan ilginin giderek daha da düşmesi.
Şu tablo önemli:
Yıllar Kontenjan Boşluk oranı
2010 39.811 16.45
2011 34.588 28.90
2012 29.994 56.12
Bu rakamlar üniversite yerleştirme rakamları. Kontenjanlar ise ülkemizin temel bilimler fakültelerinin kontenjanları. Temel bilim derken, fizik, kimya, biyoloji, matematik, moleküler biyoloji ve genetik, astronomi ve uzay bilimleri, istatistik gibi fakülte ve bölümleri kastediyorum.
Son üç yılda bu bölümlere ayrılan kontenjanda 10 binlik bir düşme olduğu halde hala kontenjanları kolduramıyoruz. 2012 yerleştirme sonuçları bir felaketi gösteriyor: Yaklaşık 30 bin kontenjanın yarıdan fazlası (yüzde 56) dolmamış. Sırf bu sebeple çeşitli üniversitelerimizde tam 58 tane temel bilim bölümü kapanmak zorunda kalmış 2012’de. Bir önceki yıl da 58 bölümün kapısına kilit vurulmuştu. Bakalım bu yıl neler olacak?
Bu tablonun tam olarak göstermediği bir gerçek daha var: Çoğu üniversitemizde temel bilimler bölümlerine giriş için aranan taban puanı, aynı üniversitenin mesela İşletme Fakültesi için aranan puandan daha düşük.
Dolayısıyla, temel bilimlere gelen bu düşük puanlı öğrenciler, o bölümün gerektirdiği matematik bilgisi başta olmak üzere temel bilgilerden yoksun oluyorlar ve daha birinci sınıfta dökülüyorlar.
Bu, bir yanıyla baktığınızda çok çetrefilli, başlangıcı taa ana okuluna kadar uzanan büyük bir problem, bir yanıyla baktığınızda da görece basit önlemlerle çözülebilir bir sorun.
Sorunun köklü çözümü ilk ve orta eğitimi düzeltmek, onun seviyesini yükseltmekten geçiyor, buna kuşku yok. Ama basit önlemlerle temel bilimler öğrenci sayısını arttırmak da mümkün, dediğim gibi, bunun için bu bölümleri seçecek öğrencilere çekici burslar vermek, bugün İşletme, ekonomi, tıp, bazı mühendislik dallarına giden nitelikli öğrencileri temel bilimlere çekebilir. Ama bu geçici bir çözüm olur.
Sanırım doğrusu, aynı anda iki çözümü birden zorlamak.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’nin de yazarları arasında yer aldığı rapor
BU yazı boyunca yararlandığım bilgilerin tamamını, geçen son baharda yazılmakta olduğunu haber verdiğim bir rapordan aldım. Raporu, Türk Fizik Derneği’nin önayak olmasıyla geniş bir uzman ekip hazırladı.
‘Türkiye’de Temel Bilimler: Durum Tesbiti ve Yapılması Gerekenler’ başlıklı raporun yazarları arasında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen de var.
Rapor, Üniversitelerarası Kurul’da tartışılmaya başlandı. Yakında YÖK’ün de gündemine gelecek tahmin ediyorum, ki bildiğim kadarıyla YÖK ve TÜBİTAK zaten raporda önerilen bazı önlemler üzerinde çalışıyor.
Ama anlatmaya çalıştığım gibi mesele sadece üniversiteyi, YÖK’ü ilgilendiren bir mesele değil. Konu önemli ve o yüzden hükümet düzeyinde ele alınıp hükümet düzeyinde bir stratejinin oluşturulması gerekiyor.
Hafta içinde rapordan söz etmeyi sürdüreceğim; çünkü bence çok önemli tespitler yapıyor ve öneriler getiriyor.
Paylaş