Paylaş
25 Yaş Bulvarı’na saptım.
İşim olmaz yapmam, ama nedense yaptım, çekmeceden bir “geçmiş filmi” çıkardım, beynimdeki cihazın “play” düğmesine bastım.
Ve izlemeye başladım.
Filmin adı Maraz.
KENDİMİ ALAMIYORUM
Başroldeki o 25 yaşındaki kadın benim...
Maraz bir şey yaşıyorum.
Hastalıklı.
Bir türlü kendimi alamıyorum, kurtaramıyorum, vazgeçemiyorum.
Hava kararınca, Taksim’e iniyorum.
“O”nu görebileceğim birkaç bar var, bir şekilde hangisinde olduğunu biliyorum.
Hissediyorum.
Peşine düşüyorum, izini sürüyorum.
Girdiğim mekânları birkaç saniyede tarıyorum, endişeli bir biçimde.
Orada değilse, öbürüne geçiyorum.
Bulunca rahatlıyorum.
İşte, orada...
Uzaktan izliyorum, bakmaz gibi yapıyorum ama her hareketini, her mimiğini gözlüyorum.
Bira içiliyor o dönem.
Bira içiyorum.
Cep telefonu yok o dönem.
Ya da tek tük var, benim yok, onun yok, ihtiyacımız yok.
Hislerle götürüyoruz işi.
Komik ama öyle.
ÖPÜŞÜYORUZ ÖPÜŞÜYORUZ
Aynı mekânda olmak bile yetiyor.
Gündüzleri görmüyorum, istemiyor, hava aydınlandığında “büyü” bitiyor, sırmalar dökülüyor, sadece bira içilirken akşamları görebiliyorum.
Şimdi başkalarıyla sohbet ediyor, ben başkalarıyla.
Arada bakışıyoruz.
Biraların sayısı arttıkça, bakışmalarımız da artıyor.
Ve sonra, bir şekilde, yan yana geliyoruz.
Tuvalete giderken, bira alırken.
Elimiz değiyor, o kalabalıkta omzumuz değiyor.
Duruyoruz, birbirimize bakıyoruz ve birden öpüşmeye başlıyoruz.
Saçma ama öyle.
Büyük bir özlemle.
Etraftaki hiç kimseye aldırmamacasına...
Yüzlerimizi birbirimizin avuçlarına alıyoruz, saçlarımızı okşuyoruz, boynumuzu kokluyoruz ve öpüşüyoruz, öpüşüyoruz...
Konuşacak bir şey yok.
Biz konuşamıyoruz zaten.
“Maraz” dedim ya.
Şimdi bana da tuhaf geliyor ama o zaman gelmiyordu.
Doğal geliyordu.
Olması gereken buymuş gibi.
Yüzyıllar sonra eşini bulmuş, tamamlanmış, ama ayrılmak zorunda olan ruhlar gibi, çaresiz bir tutkuyla öpüşüyorduk.
Sonra o... Kızıyordu ya kendine ya da bana.
Kaybolup gidiyordu.
Mekândan, benden, dudaklarımdan.
VAHŞİ HAYVAN GİBİ
Maraz.
Peşinden gitme zamanları başlıyordu.
Av gibi.
Acı çeken vahşi bir hayvan gibi, havayı kokluyordum, “Nereye gitmiş olabilir?” diyordum, resmen acı çekiyordum, onu bulmam gerekiyordu, öpüşmeye devam etmemiz gerekiyordu.
Genellikle Sıraselviler’deki mekânlardan birinde buluyordum.
Bir tanesi üç katlıydı o mekânların, hıncahınç insan dolu oluyordu, her katı geziyordum, kalabalığı yararak, “Nerede, nerede, nerede?” diye onu arayarak.
Kalbim küt küt atarak.
Ve sonunda yine buluyordum onu.
Yine kavuşuyorduk.
Bazen yüzümü, kendi yüzüyle birlikte, mekânın bir duvarını boydan boya kaplayan aynaya çeviriyordu, “Burada ne görüyorsun söyle?” diyordu.
Demiyordum ama biliyordum.
“Maraz.”
MARAZ YENİDEN
O beni istemiyordu.
İnsan kendisini istemeyen birini nasıl ister?
Bilmiyorum.
Ben ona çekiliyordum.
Elimde değildi.
Sabaha karşı da evine gidiyor, kapısına dayanıyordum.
İnsan biraz utanır di mi?
Ih-ıh.
Gururlu davranır.
Ih-ıh.
Maraz işte.
Kaç kere parmağım zilde, o kapının açılmasını bekledim.
Her seferinde hiç utanmadan süzüldüm içeri.
Beni istemeyen bir adama.
Hiçbir şey olmuyordu, önüme bir kahve koyuyordu ve yüzüme bakıyordu.
Gün aydınlandığında, zaten “sihir” bozuluyordu.
Gidiyordum, yenik bir biçimde.
“Bir daha asla kendimi bu durumlara düşürmeyeceğim” diyordum ama “maraz” birkaç gün sonra yeniden çıkıyordu karşıma...
Yine havayı koklamaya başlıyor “Acaba nerede?” diyordum.
GERÇEK AŞKTA MARAZ YOK
Yıllar sonra bu kadın oldum.
Maraz(lar) yok hayatımda.
Allah’tan yok.
Çünkü gerçekten aşk var.
Gerçek aşkta maraz yok.
Ve onu yine gördüm, yıllar sonra.
Asmalı’da iki karşılıklı lokantadaydık.
O sigara içiyordu dışarıda, biz de tam mekânı terk etmek üzereydik.
Beni gördü, sıcacık gülümsedi.
Tanımadım bir an, karşı kaldırımdaki adamı.
Sonra tanıdım.
Maraz’ıma şöyle bir baktım, bütün o delilikleri ben bu adam için mi yapmıştım?
Birden hayatta, her şeyin nasıl geçip gittiğini anladım.
Bütün o koyu duyguların nasıl ölüp gittiğini.
Bana gülümseyen adama gülümsedim, sonra kafamı çevirdim.
Seneler önce onun peşinden koşturan o küçük kıza da, “Hadi gel canım, eve gidelim!” demek istedim.
Ama gelmez biliyorum.
İlla, yaşayacak.
KİMSEYİ KORUYAMIYORSUN
Hâlâ uyku tutmuyor.
Bukleleri yatağa yayılmış kızıma bakıyorum.
Kim bilir o neler yaşayacak.
Ne “maraz”lara toslayacak.
Ama yapacak bir şey yok değil mi?
Koruyamıyoruz onları değil mi?
Herkes kendi “maraz”larıyla büyüyor.
Derin bir iç çekip, en sonunda uykuya teslim oluyorum.
Paylaş