Paylaş
Cevabı aranan
soru bu...
Adım adım gidelim:
Cemaat yapmamıştır: Süreçte yoklar, MİT’e nüfuz edemediler, BDP çevrelerine uzaklar... O metne ulaşmaları zor yani.
Hükümet yapmamıştır: Ateş püskürmelerine, “sabotaj” diye ortalığı inletmelerine bakılırsa onların yapmadığı aşikâr...
MİT yapmamıştır: Süreci götüren bir kurumun kendi kendini baltalaması mümkün değil. Çünkü hiçbir kurum kendi ayağına kurşun sıkmaz...
BDP yapmamıştır: Böyle bir durumda “olağan şüpheli” hale geleceklerini bildikleri halde kurumsal olarak bu adımı atmazlar. Böyle bir riski alamazlar.
O halde kim yaptı?
Benim aklıma tek bir “adres” geliyor:
Sürecin şeffaf götürülmesi gerektiği meselesini abartan...
Öcalan’ın sözlerinde infiale yol açacak bir husus görmeyen...
Görüşme notlarının toplumla paylaşılmasının faydalı olacağını düşünen...
Bir BDP’linin iyi niyetli kişisel girişimi olma ihtimali hayli yüksek.
Ama unutmayalım:
Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla örülüdür.
Öcalan’ın 7 özelliği
1- DİSİPLİNSİZDİR: Kendisini akademik disiplinlere falan bağlı hissetmez... Bol kepçeden kavram oluşturmasının, teori üretmesinin, tarih yazmasının, tezler ileri sürmesinin nedeni budur.
2- YÜKSEK ATAR: Ego hep tavandadır... “Ben varsam her şey tamam/Ben yoksam her şey eksik” edasını sürekli vurgulamasının, “Rejimi değiştiriyorum” havası atmasının nedeni budur.
3- İNİŞLİ ÇIKIŞLIDIR: Üç saat içinde inişlere de imza atar, çıkışlara da... Üç saatlik görüşme boyunca inanılmaz mütevazılıktan süper kibirliliğe, muhteşem barışçılıktan muazzam tehditçiliğe gidip gelmesinin nedeni budur.
4- MÜBALAĞACIDIR: Çıtayı hep olduğundan bin metre yukarıya kurar... “AKP’yi ben iktidar yaptım”, “MİT’i ben kurtardım”, “Ortadoğu’yu ben karıştırdım”, “ABD’yi avucumun içine aldım” türü cümleler kurmasının nedeni budur.
5- MESAJCIDIR: Her tarafa bir mesajı olması gerektiğini düşünür... Konuşurken Türk kamuoyuna, Kürtlere, BDP’ye, Avrupa Kanadı’na, Kandil’e üstü kapalı altı açık mesajlar sarkıtmasının nedeni budur.
6- SİSTEMSİZDİR: Sistemsizliğin sistemini kurmuştur... O bilim dalından bu bilim dalına atlamasının, barıştan savaşa savrulmasının, överken dövmeye başlamasının, değersizleştirirken birden değer vermesinin nedeni budur.
7- İDARECİDİR: İdareimaslahatın kitabını yazar... Üç saatlik konuşmasının kâğıda dökülmesiyle ortaya çıkan metnin yoruma çok açık olmasının ve bazılarınca “barış yanlısı”, bazılarınca “küstahlık” olarak yorumlanmasının nedeni budur.
Şunları anladık
İMRALI görüşme notlarının kamuoyuna yansımasının ardından...
Şunları anlamış bulunmaktayız:
Süreç sandığımızdan daha kırılganmış.
Öcalan o kadar da “kolay lokma” değilmiş.
“Başkanlık sistemi”, Öcalan’ın elinde koz olmuş.
PKK’lıların sınır dışına çıkmaları o kadar da kolay olmayacakmış.
Silahlar süreç boyunca bir “tehdit unsuru” olarak elde tutulacakmış.
Aşırı şeffaflık o kadar da iyi bir şey değilmiş.
Hükümet BDP’ye, BDP hükümete hiç mi hiç güvenmiyormuş.
“Öcalan koşulsuz barıştan yana ama Kandil ile BDP arıza çıkarıyor” görüşü pek de doğruyu yansıtmıyormuş.
MİT ile Cemaat arasındaki çatışma bütün hızıyla sürüyormuş.
İmralı’ya gidecek isimler haddinden fazla önem arz ediyormuş.
Her türlü barış girişiminin anında Habur’a dönüşüvermesi işten bile değilmiş.
Süreç karşıtları elleri açıp “malzeme” bekliyormuş.
“Provokasyon” olmuyorsa “sabotaj” oluyormuş.
Önemli olan Öcalan’ın kaleme aldığı yol haritası değil, söyledikleriymiş.
Komplo teorilerine yatkınlığımız taş gibi sağlam bir haldeymiş.
“İçerik” konuşmaktansa “Nasıl yayınlarsınız” meselesini konuşmak bazıları için daha cazipmiş.
Bu ülkede bir şeyin “gizli” kalabilme süresi en fazla 24 saat imiş...
Neden mi yazmıyorum?
TİYATRO sanatçısı Gülriz Sururi’nin, “Türbanlıları Nişantaşı’nda en beklenmedik kafelerde, en beklenmedik sinemalarda görüyorum... Emir alarak geliyorlar oraya” şeklindeki sözleri üzerine...
Bu sözlere verilecek en güzel cevap, “Nişantaşı’nın en beklenmedik yerlerine daha fazla türbanlının gitmesidir” diye cevap vermiş, “Haydi türbanlılar, Nişantaşı’na” diye çağrıda bulunmuştum.
Bazı okurlarım soruyorlar:
“Haydi türbansızlar Fatih’e” diye de yazabilir misin?
Cevap veriyorum:
Yazarım yazmasına da...
Bunun için Gülriz Sururi’nin muhafazakâr cenahtaki bir karşılığının, “Fatih’i türbansızlar doldurdu, en beklenmedik kafelerde karşımıza çıkıyorlar, bunlar birilerinden emir alıyorlar” diye açıklama yapması gerekir. İşte o zaman gürül gürül yazarım, “Haydi türbansızlar Fatih’e” diye...
Muharrem İnce yerden göğe haklı
BDP’li Altan Tan anlatıyor...
Diyor ki:
“İmralı’ya giderken bize cezaevi müdürü eşlik etti... İçeri girerken üstümüzü aramadılar... İçeriye kayıt cihazı sokabilirdik... Yemek ikram ettiler... Bir salonda bekledik... Gayet nazik karşıladılar...”
CHP’li Muharrem İnce anlatıyor...
Diyor ki:
“Silivri’de İlker Paşa’yı ziyarete gittim... Kemerimi, ayakkabılarımı çıkardılar. Bozuk paralarımı, çakmağımı, telefonumu aldılar... X-Ray cihazından geçirdiler. İçeriye toplu iğne sokma şansım yoktu”.
Muharrem İnce soruyor:
“Ben de milletvekiliyim, Altan Tan da milletvekili... Ne iş?”
Dünden devam
DÜN, “Usta mağdurlar ile acemi mağdurlar” başlıklı bir yazı yazmıştım.
28 Şubat’ta zulüm görenlerin,
12 Eylül’de zulüm görenlere göre “ağlamak” bakımından daha usta olduklarını anlatan bir yazı...
Bazı eklemeler ve düzeltmelerle bugün de aynı konuya devam:
“Yaşı küçültülerek idam edilenler” diye yazmışım... Yanlış tabii... Doğrusu: “Yaşı büyütülerek idam edilenler” olacaktı... Düzeltir, özür dilerim.
Amacım 28 Şubat’ta çekilen zulümler ile 12 Eylül’de çekilen zulümleri kıyaslamak değildi... İki zulmün mağdurları arasındaki tutum farkına dikkat çekmekti.
28 Şubat, 12 Eylül’e göre tabii ki “yumuşak darbe”dir... 12 Eylül’de bütün ülke tarumar edilmişti... 28 Şubat’ta ise bir kesime yönelik baskılar söz konusuydu.
28 Şubat’ta zulüm görenler bir ağlıyorsa, 12 Eylül’de mağdur edilenler bin ağlamalı... Böyle bir hakları var... Bu hakkı yeterince kullanmadılar diye düşünüyorum.
Dünkü yazımda ülkücülerin hakkını yemişim: Onlar da 12 Eylül hapishanelerinde zulüm gördüler, onlar da asıldı... Fakat onlar solcular kadar bile “mağdurum da mağdur” edebiyatı yapmadılar.
Paylaş