Paylaş
Toplantı başlar başlamaz şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak hale geldim. Çünkü söz alan herkes, o an yürütmekte olduğu deneyi, projeyi anlatıyordu ve bunların hepsi dünyanın bilim birinci ligine layık araştırmalar, deneyler, projelerdi.
Bir süre sonra sayamaz hale geldim. Ama kabaca bir fikir vermesi için söyleyeyim: Sadece İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde 50’den fazla deneye dayalı araştırma devam ediyor şu anda. Bir o kadarı da çoktan tamamlanmış durumda. Bundan kat be kat fazlası için de ya başvuru yapılmış ya da başvuru evrakları hazırlanmakta.
Peki bütün bu projelere, bazıları bir hayli pahalı aletlerle yapılan deneylere para nereden geliyor?
Üç temel kaynak var: 1. Üniversitenin kendi döner sermayesi; 2. TÜBİTAK; 3. Avrupa Birliği başta bazı uluslararası fonlar.
Sanmayın ki İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi tekil bir örnek, böylesi bilimsel çalışmalar, araştırmalar sadece orada yapılıyor. Hayır, neredeyse bütün üniversitelerimiz bu durumda. Özellikle pozitif bilimlerle uğraşan bilim insanları arasında gerçek bir araştırmaya, deneye dayalı bilim patlaması yaşanıyor.
Gazeteci olarak gittiğim her yerde şikayet dinlemeye alışkınım. Fakat bunca yıllık meslek hayatımda ilk kez, o da NTV için yaptığım bilim programı sayesinde, tanıma onuruna eriştiğim bilim insanlarının hiçbirinin şikayet ettiğine tanık olmamanın şaşkınlığını yaşıyorum.
Bazılarını program sonrası sohbetlerde tahrik etmeye de çalıştım, acaba sahiden hiçbir şikayetleri yok muydu? Yoktu. Para vardı, destek vardı. Hatta bazılarına göre ‘Gerekmediği kadar çok para vardı.’
Şimdilik bu yemek kapalı labaratuvarlarda, deney ortamlarında pişiyor. Bazıları başarılı olacak, bir kezzet verecek, bazıları olmayacak.
Ama emin olun, bir süre sonra o başarılı olan projelerde pişen yemek soframıza gelecek, önümüze sunulacak.
Ve yine emin olun, o labaratuvarlardan çıkacak yemek, Türkiye’ye yeni bir eşiği atlatacak, o bilimi bir biçimde teknolojiye, patente çevireceğiz ve Türkiye yeni bir lige katılmış olacak.
Özel sektör nerede?
Türkiye ilginç bir model uyguluyor. Belki Çin ve Hindistan gibi ülkelerde de bu model geçerlidir, bilemiyorum.
Bizde gayrı safi milli hasılanın yüzde 1’ine yeni çıktı araştırma-geliştirmeye harcanan para. Hedef, on yıl sonra Ar-Ge’ye ayrılan kaynağı milli gelirin yüzde 3’ü seviyesine getirmek.
Yeni çıkmasının sebebi de, hükümetin bir süreden beri TÜBİTAK bütçesine eklediği bilim teşvikleri. Yani, Ar-Ge harcamasındaki artış aslında büyük ölçüde kamu parasının harcanmasından kaynaklandı.
Nitekim, üniversitelerdeki araştırma projelerinin parasal kaynağı da bu: Ya üniversitenin kendi parası ya da TÜBİTAK parası. (Bir de AB başta olmak üzere dış fonlar var.)
Peki nerede özel sektör? Neden bizim büyük şirketlerimiz üniversitenin bilimsel araştırmalarına fon sağlamazlar?
Çok basit bir sebebi var bunun: Bizim en büyük 500 şirketimize baktığınızda kendi tasarımı olan ürünleri veya hizmetleri pazarlayan şirket sayısının çok ama çok az olduğunu görürsünüz.
Kendinizin değil başkasının tasarımını üretiyorsanız, Ar-Ge ihtiyacınız da çok ama çok az olur. Yeni bilime ihtiyacınız ise sıfırdır.
Eğer Türkiye değişiyorsa, o ‘500 büyük’ denen şirketler de değişecek; bunların bir kısmı tamamen yok olacak, yerlerine de bilime ve teknolojiye dayalı yeni işler yapanlar gelecek.
Paylaş