Paylaş
Bu sınavı, Erdoğan’ın siyasi hayatının bundan önceki muhtelif devrelerinde girdiği çatışmalardan, savaşlardan ayıran temel bir özellik var.
Öncekiler, genellikle tek katmanlı, tek cepheli mücadelelerdi. Örneğin, 1994’teki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi, 2002 genel seçimi, 2007 yılına damgasını vuran Cumhurbaşkanlığı kavgası, 2008’deki parti kapatma davası ve 2010 anayasa referandumu bu çerçevede sayılabilir.
Oysa bu kez giriştiği mücadele çok cepheli. Erdoğan, aynı anda pek çok farklı meydan muharebesine çıkmak ve sonuç almak durumunda. Şimdi bunlara bakalım.
* * *
Birinci cephede, birbirini izleyen üç önemli seçim karşımıza çıkıyor. Üstelik bu seçimler 1.5 yıl gibi kısa bir zaman dilimine sıkışıyor. Önce, yaklaşık bir yıl sonra 2014 Mart ayı sonunda yapılacak yerel seçimler, dört ay sonra bunu izleyecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından –erkene alınmazsa- 2015 Haziran ayı için geriye doğru saymaya başlamış olan genel seçim.
İkinci cephede, TBMM’de yürümekte olan yeni anayasa yazımı süreci var. Bu başlıkta çok stratejik bir hamle yaptı Başbakan ve mart ayı sonuna kadar çok taraflı bir uzlaşıya varılamadığı takdirde, yeni anayasa için BDP ile anlaşarak anayasa referandumuna gitmeyi tasarladığını açıkladı. Erdoğan, yeni anayasa ile güçlü yetkilerle donatılmış bir başkanlık modeli hedefliyor. BDP cephesinden esneklik işaretleri geldiğine bakılırsa, Erdoğan’ın anayasa değişikliği için bu partiyle bir referandum denemesine girişmesi ihtimali yabana atılmamalıdır. Bu ihtimal, AK Parti ile BDP arasında bir ucunda Kürt siyasi hareketine verilecek ödünler, diğer ucunda ise başkanlık rejimine geçişin yer aldığı bir pazarlığı gerektiriyor.
Üçüncü cephede, Erdoğan’ın Kürt sorununun çözümüne dönük son derece iddialı ve yüksek riskler de içeren İmralı açılımı yer alıyor. Bu açılımın öncekilerden farkı, Erdoğan’ın ilk kez doğrudan Abdullah Öcalan’ı müzakere masasının karşı tarafında merkeze yerleştirmiş olmasıdır. Gelişmelerin seyrine göre ikinci ve üçüncü cepheler bir bütün oluşturacak şekilde iç içe geçebilir. Her halükârda Öcalan’ın, BDP üzerindeki nüfuzu nedeniyle, AK Parti-BDP anayasa pazarlığında da belirleyici rol oynama marjını kazandığını söylemek yanlış olmaz.
* * *
Dördüncü cephede, Başbakan, Ergenekon ve Balyoz gibi büyük davaların işleyişiyle ilgili olarak kendisini yargının “özel yetkili” kesimiyle karşı karşıya getiren bir çekişmenin içindedir. Erdoğan, belli ki bu davalarda sınırlı da olsa bir yumuşama görme arzusunu taşıyor.
Beşinci cephede, Erdoğan, Suriye’de sürmekte olan içsavaşta bütün gücüyle Beşar Esad’la mücadele etmekte, rejiminin devrilmesi ve yerine Sünni bir yönetimin kurulması için görünen-görünmeyen bütün kartlarını oynamaktadır. Türkiye, bugün kendi birlikleri sınırın öbür tarafına geçmese de dolaylı olarak savaşın içindedir, çünkü Esad karşıtı silahlı gruplara her türlü destek sağlanmaktadır. Beşar Esad gitse de içsavaşın muhtemelen uzun yıllar devam edecek olması, Türkiye’yi gözle görülebilir bir gelecekte bu savaşın her türlü serpintisine açık bir halde tutacaktır.
* * *
Erdoğan, karargâh odasının penceresinden dışarı baktığında bu cephelerin her birinin ‘bileşik kaplar’ gibi diğerleriyle yakından etkileşim içinde olduğunu da görüyor. Her bir cephede atılacak bir adım, alınacak bir sonuç, bir diğer cepheyi olumlu yöne çekebilir ya da oradaki dengeleri olduğu gibi tersyüz de edebilir.
Ayrıca kendi saflarındaki bazı önemli potansiyel rakiplerini de hafife almamak zorunda Başbakan.
Özetlersek, önümüzdeki dönemde Başbakan Erdoğan, 1) Üç seçimi de kazanmak, 2) Anayasa’yı değiştirip başkanlık sistemine geçmek, 3) Kürt sorununa çözüm geliştirmek, 4) Yargının bazı kesimleriyle girilen çekişmede ilerleme sağlamak, 5) Beşar Esad’ın devrildiğini görmek gibi pek çok hedefe kilitlenmiş bulunuyor.
Peki, bu cephelerin hepsinden muzaffer çıkıp yüzde yüz başarıyı yakalayabilir mi? Yoksa menzil küçültüp bazı cephelerde “bırakışma”ya mı gider? Bu sorulara yarın yanıt arayalım.
Paylaş