Erdoğan AB’ye resti çekiyor

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, son dönemde Avrupa Birliği’nin Türkiye karşısındaki kararsızlığını, çelişkilerini açığa çıkarmayı hedef alan bir stratejiye yönelmiş bulunuyor.

Haberin Devamı

Erdoğan, özellikle son iki-üç hafta içinde sistematik bir şekilde verdiği mesajlarda, AB’yi köşeye sıkıştırarak Türkiye politikası üzerinde bir muhasebe yapmaya ve hareketlenmeye zorlayacak bir söylem kullanıyor, bu yönde taktik hamleler yapıyor.

* * *

Başbakan, bu stratejiye yönelirken öncelikle Ankara’nın kendi zaviyesinden haklı olduğu konuların ve AB’nin çifte standartlarının altını çiziyor. Bu noktada müzakerelerde 2.5 yıldır tek bir başlık açılamamış olması başlı başına düşündürücüdür. En son İspanya’nın dönem başkanlığında 30 Haziran 2010 tarihinde ‘gıda güvenliği’ başlığı açılmıştı.

2005 yılında başlamış olan müzakerelerde, tam üyelik ehliyetini kazanabilmek için açıp-kapamak gereken 35 başlıktan bugüne dek ancak 13’ü açılabilmiş ve bunlardan yalnızca 1’i kapatılabilmiştir.

Bu tempoda yol alınırsa kalan 22 başlığın açılabilmesinin, ama daha önemlisi tümünün kapatılabilmesinin bu yüzyılın ikinci yarısına sarkması kuvvetle muhtemeldir.
Oysa 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile eşzamanlı bir şekilde müzakerelere koyulan Hırvatistan, 7 yıl içinde 35 başlığın tümünü de açıp kapatıp tam üye olmaya hak kazanmıştır ve temmuz ayında resmi törenle 28’inci üye olarak birliğin kapısından içeri adım atacaktır.

* * *

Haberin Devamı

Erdoğan’ın söyleminin ikinci boyutunda Türkiye’nin AB’ye “eskisi gibi ihtiyaç duymadığı” vurgusu var. Bu haliyle, müzakereleri başlatabilmek için 2003 ve 2004’te Avrupa’da kapı kapı dolaşan ve kendi deyimiyle müzakereyi “aslanın midesinden alan” Erdoğan, artık “Bugün Türkiye’nin AB’ye değil, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var” diye konuşuyor. (4 Şubat/Prag)

Kuşkusuz, AB son yıllarda hem ekonomik hem de kurumsal işleyiş anlamında ciddi bir krizin içinden geçerken, Türkiye’nin ekonomik büyümesini sürdürebilmiş olmasının getirdiği özgüven duygusu önemli bir rol oynuyor Başbakan’ın geliştirdiği yeni söylemde.

Erdoğan bu çerçevede altını çizerek AB’den kopmanın sorun olmayacağı tezini işliyor: “AB’nin stratejik önemi var ama nereye kadar. Bir yerden sonra artık biz de kararımızı vereceğiz.” (5 Şubat/Budapeşte) “Sabırla devam ediyoruz ama bir yerde de herhalde biz de artık noktayı koyarız... AB bizim olmazsa olmazımız mıdır? Hayır. AB’ye almazlarsa kıyamet kopacak değil. Zaten kıyamet de kopmuyor. Biz de yolumuza istikrarlı bir şekilde devam ediyoruz.” (6 Şubat/Bratislava)

Görüleceği gibi Erdoğan, artık “noktayı koymaktan”, “bir karar vermekten” söz ediyor. Galiba işin bütün püf noktası burada beliriyor. Tam üyelik müzakereleri daha ne kadar bugünkü gibi perspektifini ve heyecanını kaybetmiş bir şekilde, belirsizlik içinde sallantıda bırakılabilir?

* * *

Haberin Devamı

Hiçbir müzakere süreci böyle bir belirsizliği uzun bir süre taşıyamaz. En büyük tehlike, müzakere sürecinin artık hem AB hem de Türk kamuoyları nezdinde inandırıcılığını yitirmekte olmasıdır. Müzakerelere başladığında Türk toplumunda yüzde 70’lerin üstünde seyreden AB hedefine destek oranı bugün yüzde 30’lara inmiş durumda. Böyle devam ederse kamuoyu desteği yere çakılacaktır?

O takdirde ileride sürece yeniden inandırıcılık kazandırabilmek imkânsız olabilir.

AB liderlerinin bir bölümünün Türkiye’nin tam üyeliğine olumsuz yaklaşmalarına ya da kararsızlık içinde olmalarına AB’nin kendi ekonomik ve yapısal bunalımı da eklenince iş içinden çıkılmaz bir hale geliyor.

Bu nedenle bir an önce, müzakerelerdeki mevcut kilitlenmenin ilişkileri ve kamuoyundaki AB algısını zehirlemesini önleyecek, bugünkü belirsizliğin yol açtığı tahribatı aşağı çekecek bir hareketlenmenin yaratılması, bu yönde yaratıcı formüllerin bulunması elzemdir. Her halükârda AB cephesinde müzakere süreciyle ilgili kuvvetli bir irade beyanı bu arayışa yardımcı olabilir.

Yazarın Tüm Yazıları