Buruş buruş oluncaya kadar yaşamak istiyorum

GÜNLERDİR acı haber... Kötü haber... İçimiz şişti!

Haberin Devamı

Bugün istedim ki, müjdeli bir haber vereyim.

Lösemi hastası Gamze Akbaş, ikinci kez nükseden ve onu 11 ay hastaneye bağlayan hastalığını yendi. Hani, “Küçük bir çocuğum var, ölmek istemiyorum” diye bu güzel anneye bütün Türkiye seferber olmuştu, herkes kan vermişti, uygun ilik aranıyordu, hani İtalya’dan bulunmuştu...

Bütün o tedaviler boyunca saçı dökülmüştü, o halde oğlunu görmeye korkuyordu, ona özel folligraft yapılmıştı, şahane saçları olmuştu... Sonra anne-oğul buluştu, biz de onların mutluluğuna tanık olduk.

Ama Gamze, yaşamını hastaneye yakın bir yerde Gebze’de sürdürüyordu. Hep gözetim ve tedavi altındaydı. Taa ki doktoru birkaç gün önce, “Artık İzmir’e evine dönebilirsin!” diyene kadar./images/100/0x0/55eaaac3f018fbb8f88f01ff

Gamze iyileşti. Evine döndü...

Yaşasın! Telefondaki sesi mutluluktan çınlıyor, bıcır bıcır konuşuyor...

Haberin Devamı

Gamzecim, şu anda neredesin, ne yapıyorsun?
- İzmir’de balkonumda oturuyorum. 11 ay sonra yeniden evimdeyim. Nasıl mutluyum anlatamam. O kadar zaman hep bu anı hayal etmiştim. Mumlarımı da yaktım. Elimde çay, dışarıyı seyrediyorum. “Oh be” diyorum, “Dünyanın ne şanslı kadınıyım”.
İçinden geçen cümle ne...
- Çok şükür!

Eve girdiğinde ne hissettin?
- İnanılmaz heyecanlıydım. Sağ ayağımla girdim, aynı anda duamı ettim. Atakan elimi tutuyordu, “Annecim, bak evdeyiz” diyordu. Emrah salona kocaman bir pankart asmış, geri dönüşüm için küçük sürprizler hazırlamış. Çocuklar gibiydim, birçok şeyi unutmuşum, bütün dolaplarımı açtım, baktım. Çekmeceleri karıştırdım. Yatağımda zıpladım. Sanki sıfırdan bir hayata başlamışım gibiydim...

Konu komşu...
- Ooooo hepsi aradı, “Hoş geldin kızım!” dedi. Bir kısmı mutluluktan ağladı: “Biz biliyorduk iyileşeceğini, bak bitti, gitti, geri döndün...”
Doktorlar seni Gebze’den yolcu ederken ne dediler?
- “Yüzde 90 tekrarlamaz” dediler. Ve eklediler: “Kötü şeyler düşünme, olumsuz her şeyi sil at, ye, iç, gezmene bak!” İki ay sonra kontrole gideceğiz, haftalık kontrollerim için de burada bir doktor önerdiler.

Ne kadar süre evden uzaktın?
- İlk kanserimde hastanede 5 ay kaldım, çıktım 13 ay hastalıksızdım, tekrarladı, 11 ay yine hastane... Ve şimdi tekrar ev!

Bütün bu yaşadığın zorluklar içinde en katlanılmazı hangisiydi?
- Atakan’dan ve Emrah’tan ayrı olmak, normal bir aile gibi yaşayamamak. Başka istediğimiz bir şey yok ki, yiyecek ekmeğimiz var, normal bir aile olmak istiyoruz, o kadar. Şimdi tekrar bunu yaşamaya başlıyoruz, eşim Emrah da birkaç gündür evde, nasıl büyük bir keyif anlatamam, birlikte kahvaltıya oturuyoruz, sofraya oturuyoruz. Bu sıradan ve normal görünen şeyler aslında dünyanın en büyük mutluluğu. Sonra yatağım, nasıl özlemişim, insanın kendi yatağında yatması gibi bir şey yok, mutfağım, banyom, balkonum...

Tüm bu yaşadıklarının ışığında insanlara ne öneriyorsun? 
- Asla umutlarını kaybetmesinler! Bu çok önemliymiş. Hiçbir şart altında kaybetmesinler, çünkü öldürmeyen Allah öldürmüyor! Ben ara ara kaybediyordum, “Beni bir metre beyaz kumaşa saracaklar!” diye ölümü düşünüp, ağlıyordum. Böyle yapmamak lazım. Gerçekten çaba sarf etmek lazım. Tabii bana verilen destek de müthişti. İnsanı çok motive ediyor; mektuplar, yünler, şişler, örgüler, keçeler, neler neler yolladı insanlar. Ama en önemlisi dualarını, iyi dileklerini eksik etmediler. Keşke o hastane odalarına girebilsek ve hasta olan herkese böyle dokunabilsek...

Olumsuz düşünmenin de bir takım şeyleri tetiklendiğine inanıyor musun?
- Kesinlikle. Pozitif olduğum zaman kanamam azalıyordu ya da duruyordu. Ama çıldırdığım, strese girdiğim bir anda, bütün değerlerim altüst oluyordu. Benim hikâyemde, kanserin beni bulmasında bile negatif düşüncelerin etkisi olduğunu düşünüyorum. Eşimin tayini çıktı, “Oralarda başına bir şey gelecek!” diye helak ettim kendimi, burnumun direği sızlıyordu ona bakınca, böyle diye diye sonunda kanser oldum. Tedavi gördüm, iyileştim. Bu sefer de, “Biliyorum hastalık yeniden gelecek, beni bulacak” diye düşündüm ve inanır mısın geldi kanser yeniden. Nasıl düşündüğümüzün önemi var yani. Ama artık “Geçti!” diyorum, “Tekrarlamayacak, bitti!” Buna gerçekten inanıyorum. Bir de şunu fark ettim; ben aslında hiç kendimi düşünmemişim, hep eşim, evladım, yuvam... Onları canımdan çok seviyorum ama bir de ben varım. Artık kendimi de düşünmeye gayret ediyorum.

Haklısın! Peki insanın başına gelebilecek en büyük zorluklardan birinin üstesinden gelebilmiş olmak nasıl bir his?
- Muhteşem! Pencereye çıkıp avaz avaz bağırmak istiyorum, “Becerdim! Hastalığıma tekmeyi attım, siz de yapabilirsiniz, pes etmeyin!” demek istiyorum.

Bundan sonra...
- Atakanım’la ilgilenmek istiyorum. Biraz da dinlenmek. Vücudumu daha dingin hale getirmek için zamana ihtiyacım var. LÖSEV, blog yazılarımı kitaplaştırmak istiyor. Çalıştığım banka bin tane alıp, personele dağıtmak istiyor. Bunlar beni mutlu ediyor. Kanser hastaları için bir umut olabilirsem, onlara bir şeyler yapabilirsem ne mutlu bana...

Sağlıklı bir insan, bir kadın olarak... Sence... Hayattaki en güzel şey ne?
- Yaşamak! Düşündüğüm tek şey bu: Buruş buruş oluncaya kadar yaşamak istiyorum, yaşlanmak istiyorum. Çocuğumu büyütmek, torunlarımı görmek istiyorum. Sağlıklı olmaktan daha önemli hiçbir şey yok hayatta...

Haberin Devamı

Ya sizin için hangisi daha önemli...

Nereye gideceğiniz mi? Kiminle gideceğiniz mi?

MERT Fırat’a sordum:

“Kendini en iyi hissettiğin yer...”
Şöyle bir suratıma baktı...

 “Sevdiklerimle birlikte olduğum herhangi bir yer...”
dedi.
Durdum bir an...
Ne gelecek arkasından diye...
Şahane bir şey söyledi:

“Aldığım keyfin yerle ilgisi yok”
dedi, “İnsanlarla var. Ankaralılarla, İstanbullular arasındaki farklardan biri de bu. Biz Ankara’da deriz ki, “Kime gideceğiz?” İstanbullu der ki, “Nereye gideceğiz? İstanbullu için, nerede olduğu, kiminle olduğundan daha önemlidir. Ankaralı ise kiminle olduğuyla ilgilidir. Doğru insanlarlaysa, her yerde keyfi yerindedir...”

Sevdim, size de fikrinizi sorayım dedim...

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Haberin Devamı

HAMiŞ: Mert Fırat sıkı bir oyuncu ve sıkı bir adam. Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği, başrollerini Kıvanç Tatlıtuğ ve Belçim Erdoğan’la paylaştığı “Kelebeğin Rüyası”nı öyle bir anlattı ki... Heyecanla vizyona girmesini bekliyorum! Mert Fırat röportajını Elele için yaptım ama cumartesi ilavede okuyabilirsiniz. Tamamı Elele’de tabii...

Yazarın Tüm Yazıları