Paylaş
Mümkün olsa, röportaj da vermeyecek. Yeni dizisi ‘20 dakika’ için yapıyor.
Şaşırtıcı bir kadın.
Herkesin ortalıkta biraz daha fazla olabilmek için geberdiği bir dünyada, “Bana ne sizin kurallarınızdan!” diyor, diyebiliyor.
Bayıldım bu haline!
Tuba Büyüküstün ‘zoraki meşhur’ gibi. Şöhretle filan alakası yok. Kendi dünyasında yaşıyor.
Bana Küçük Prens’i hatırlattı.
Biraz hüzünlü ve yalnız.
Tanımadığı insanlara kolay güvenmiyor, teslim olmuyor.
O bir ‘tek çocuk.’
Anne-baba çalıştığı için babaanneyle büyüyor, erken yaşta yuvaya gönderiliyor, işte o yalnızlığı, bireyselliği, tekilliği bence taa o günlerden miras.
Ama olumsuz bir şeyden söz ettiğimi sanmayın, o yalnızlık, Tuba Büyüküstün’ü aynı zamanda herkesten farklı ve yaratıcı kılıyor.
Çok zengin bir iç dünyası var.
İçi, dışından daha zengin ve güzel. Zaten dış güzelliğiyle ilgili değil. Kendini güzel olarak da algılamıyor. Evet çok seviyor yaptığı işi ama beş sene sonrasını bilmiyor. Bu kadar ünlü biri olup olmayacağını da umurumda da değil zaten. Şu anda aşk duyduğu için oyunculuk yapıyor, sonrası meçhul. İkizleri olduktan sonra, dizi-mizi faslını da kapatmak istemiş. ‘20 Dakika’nın başrolündeki kadın kahramanın cazibesine kapılmış, çok sevmiş, o yüzden teklifi kabul etmiş.
İnat bir kadın, sevmediği hiçbir şey yapmıyor. Ve her şeyi sorguluyor. Bir tek kocası Onur Saylak’a ve kızları Maya ve Toprak’a olan aşkını sorgulamıyor.
Onur’un sadece bakışları bile onu sakinleştirmeye yetiyor…
Beş sene sonra da ünlü olacak mıyım olmayacak mıyım kimse bilemez...
Beş yıl önceki Tuba’yla şimdiki arasında ne fark var?
- Beş yıl önce hayata ve insanlara karşı çok daha kapalı ve korunaklıydım. Bugün artık daha açık bir insanım. Yumuşadım. Kızlarım 1 yaşına geldi. Onlara baktığımda şaşırmaktan kendimi alamıyorum. 30 yaşındayım, dünyalar güzeli iki çocuğum, çok sevdiğim bir eşim ve heyecan duyarak yaptığım bir işim var. Bir insan daha başka ne ister?
İkizler senin için ne ifade ediyor?
- Oooo, onlar benim için her şey demek! 7 ay biz baktık. Onur’la ben. Sadece dördümüzdük. Şahaneydi.
Bakıcı abla filan yok muydu? Neticede iki bebek…
- Yok hayır, hiç yardım almadık. Böyle söyleyince insanlara tuhaf geliyor ama biz bize olmak istedik: Onur, ben ve yeni doğmuş bebeklerimiz. Onları hastaneden çıkardık, bir bebek olsa, ‘car seat’in yanına oturabiliyorsun ama iki bebek olunca, ı ıh, mecburen öne oturdum, Onur da arabayı kullanıyor. Macera başladı. Tabii ağlamaya da başladılar. Ben ameliyatlıyım dönemiyorum, onlara ulaşamıyorum. Her şey, bir sınav gibiydi ama biz sakin bir anne-babayız, şimdilik sınavı geçtik...
Bir sürü insan, yeni doğmuş bebeği eline almaya bile korkar…
- Biz hiç öyle değiliz. Onur da müthiş yardımcı. Lafta değil, gerçekten öyle, çok becerikli. Geceleri kızlar ağladığında, ben çok yorgunsam, beni uyandırmadan kalkıp, benim sağdığım sütten veriyor, altlarını değiştiriyordu. Ne şikâyet ettik ne de kafayı yedik. Aslında bize kalsa, çalışmayalım, etmeyelim, hep evde kızlarımızla, mutlu mesut yaşayalım! Ama böyle bir lüksümüz yok, çalışmak zorundayız. Biz her şeyi çocuklarıyla birlikte yapan bir anne-babayız. İki buçuk aylıkken onları alıp, Paris’e gittik. “Delisiniz!” dediler. Kangurularımıza taktık, bebeklerimizle dolaştık. Onları restoranlarda uyuttuk. “Çok küçükler evde kalsınlar” filan gibi takıntılarımız yok, gergin, tedirgin anne-baba değiliz, biraz rahatız galiba. Bir arkadaşım diyor ki, “Sizi seyrederken Discovery’deki aslan ailesini seyredermişim gibi hissediyorum kendimi!” Çocuklar oramızda, buramızda, gayet doğallar, üzerimize çıkıyorlar, sonra iniyorlar, biz bir şeyler yaparken, onlar hep yanımızdalar…
“Aman rüzgâr var, klima çarpar, onu elleme, bunu yeme…”
- Yok öyle şeyler. Evhamlı değiliz...
Peki anneliğinin saplantılı tarafı ne?
- Yanlarında değilsem, kontrol manyağına dönüşüyorum. Her şeyden haberdar olmak istiyorum. 8’inci ayda, hayatımıza, mecburen bir bakıcı abla girdi. Çünkü çalışmaya başlayacaktım. Ona bütün düzeni anlattım. Ve rica ettim: “Ben olmadığımda, Maya ve Toprak’la ilgili rapor ver bana. Her şeyi ayrıntılarıyla yaz. Fotoğraf gönder.” Şimdi öyle yapıyor, sürekli mesaj atıyor. Evet dizi çekimindeyim ama kızlarımla ilgili her şeyi bilmeliyim.
Arada, “Dizisi batsın, ben çocukların bir sürü şeyini kaçırıyorum!” demiyor musun?
- Diyorum. Ama annelik beni ne kadar tanımlıyorsa, oyunculuk da öyle…
Diziyi kabul ederken tereddüt ettin mi?
- Ettim. Dizi yapmak istemiyordum aslında. Çünkü dizi, hayatı çalan bir şey. Ama bu proje, beni çok heyecanlandırdı. O kadın olmak istedim, o kadını canlandırmak istedim.
Oyunculuk senin için ne kadar önemli?
- Ben insanın yaptığı mesleğin, insanın kendisi olduğuna inanıyorum. Ona sahip çıkman gerekir, çünkü o zaten sensin…
Bu role ne kadar girebildin?
- Bunu izleyenler takdir etsin. İlk bölümün reytingleri çok iyi gelmiş, umarım sever insanlar. Çok başka bir kadın. Ortada bir cinayet var, bir türlü emin olamıyorsun, o mu yaptı, başkası mı? Çözemiyorsun.
20 dakika, ‘Kaçış Planı’ filminden birebir adaptasyon mu?
- Hayır. Orijinali ‘Pour Elle’ diye bir Fransız filmi. Onunla, ‘Kaçış Planı’nın karışımı. Ezel’in senaristleri Pınar ve Kerem’in kendi yorumları da var.
Siz nasıl bir çiftsiniz?
- Onur’la ben birbirini yükselten bir ikiliyiz…
O, Tuba Büyüküstün’le evli olmakta zorlanıyor mudur?
- Yok canım. Onun tek zorlandığı şey, benim hayata bakış açımın farklılığı. Bazen “Allah aşkına Tuba, nereden bakıyorsun sen?” diyor, beni anlamaya çalışıyor. Çünkü ben tamamen kendi dünyamda yaşıyorum.
Anadolu yakasında mı büyüdün?
- Evet. Hep buradaydım. Çok seviyorum. Kahvaltıya pijamayla bile gitsen, kimsenin umurumda olmuyor!
“Ben kimim biliyor musun?” tribi atarak ortalıkta dolaşan biri değilsin…
- Ben kimim ki zaten! Beş sene sonra beni kimse hatırlamıyor olabilir. Şu anda keyif aldığım bir iş yapıyorum, iyi de yapmaya çalışıyorum ama insanın kendisini abartmaması gerekir. Bu meşhurluk da ömür boyu sürecek bir şey olmayabilir.
Doğumdan sonra kocana karşı hislerinde değişiklik var mı?
- Evet, eskisinden daha farklı bir heyecan hissediyorum ona karşı. Başka bir yanını gördüm, onu baba olarak da tanıdım. Artık hayatımda hep olacak bir adamın heyecanını duyuyorum.
Doğum nasıl bir tecrübeydi?
- Benim için hayal kırıklığı oldu! Normal doğum istiyordum. Fakat ikizlerden biri ters gelince, mecburen sezaryen olmak durumunda kaldım. Gerçi epidüral sezaryendi, uyanıktım ama çocuklarımı hemen bana vermediler, orada birtakım işlemlerden geçirdiler, yıkadılar, biri çok ağlıyordu, ısrarla, “Verin” dedim, vermediler, sinir oldum.
BEREN SAAT’LE RAKİP DEĞİLİZ UYDURUYORLAR
Beren Saat’le aranızda rekabet mi var?
- Yok öyle bir şey. Bir şey bulamıyorlar şişiriyorlar ama içi boş…
Sürekli kıyaslıyorlar sizi…
- Evet. Dizileri, oyunculardan ibaret bir şey gibi sunmak, o dizide emeği geçen herkese büyük haksızlık. Diziler benden ya da Beren’den ibaret değil ki…
Tanıştınız mı hiç?
- Hayır, denk düşmedi.
HAMİLEYKEN ACIKLI DURUMDAYDIM
Ben hamileyken, etrafımda deneyimlerini paylaşabileceğim hamile biri yoktu. İnanmayacaksın ama beni çok rahatlatan Arnold Schwarzenegger’in ‘Junior’ filmiydi. O filmi izlediğimde, “Ha tamam normalmiş benim duygularım!” dedim. Erkeğin hamile kaldığı bir film sayesinde kendimi normal hissedecek kadar acıklı durumdaydım!
Derdim güzellik değil KENDİMİ BULMAKTI
Seninki nasıl bir hikaye?
- Baba tarafım Giritli, anne tarafım Kırımlı. Annem, bir bankanın reklam bölümünde çalışıyordu. Babamsa elektronik mühendisi. İkisi de çalıştığı için, babaannem baktı bana, küçük yaşta da yuvaya başladım.
Hüzünlü bir çocukluk mu?
- Hayır ama biraz yalnız. Kendi dünyası olan. Hayaller kuran. Çekingen. Sakin. Tanımadığım ve güvenmediğim insanlarla iletişim kurmazdım. Anlaşılmadığımı düşünürdüm. İlkokulu Göztepe İlkokulu’nda okudum, sonra da Doğuş Lisesi. Mimar Sinan, hayatımın dönüm noktasıdır.
Hep okulun en güzel kızlarından biri miydin?
- Öyle bir algım hiç olmadı. Güzellik umurumda da olmadı. Benim derdim, kendimi bulmaktı. Ben kimim? Ne istiyorum? Bende neler oluyor? Neye inanıyorum? Hayat benim için ne? Din benim için ne? Aşk ne?
Bulabildin mi bunların cevabını?
- Yavaş yavaş buluyorum!
Nasıl bir gelecek hayal ediyordun?
- Etmiyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Tomris Giritlioğlu beni reklamlarda görüyor, gerisi geliyor…
Peki reklamda oynamaya nasıl karar verdin?
- Bir gün, bir arkadaşımla, Mimar Sinan’da “Nerede, ne atölyeler var?” diye dolaşıyorduk. Baktık fotoğraf çekimi var. Bende de fotoğraf fobisi vardır, hiç sevmem fotoğraf çektirmeyi. Aksi gibi, “Sizin de fotoğraflarınızı çekebilir miyiz?” dediler. “N’olur bir kare” filan deyince, itiraz edemedim. Sonradan öğrendim ki o fotoğraflar bir ajansa gitmiş, beni buldular, reklamlarda oynamaya başladım, Molped reklamında Hülya Avşar’a soru soran kızlardan biriydim. Tomris Hanım öyle keşfediyor beni…
Flörtümüz uzun sürseydi EVLENEMEZDİK
Uzun süren arkadaşlığın aşka dönmesi nasıl bir şey?
- Sonradan anlıyorsun ki aslında aşk hep varmış…
Onur’u diğer adamlardan farklı kılan ne?
- Gözlerine baktığımda, bana kendimi gerçekten iyi hissettiren tek adam Onur. Hiçbir şey konuşmama gerek yok, sadece gözlerine bakmam yetiyor, “Tamam her şey sakin, her şey yolunda, her şey iyi” hissini veriyor bana. Ben ona göre daha huzursuz bir tipim, hep “Doğru mu, iyi mi, değil mi?” duygusu var bende. Onur söz konusu olunca, “Tamam sorgulamaya gerek yok, teslim olabilirim” diyebiliyorum. Beni yatıştıran, tedirginliğimi alan bir adam. İyi geldi bana. Panzehir gibi.
Evlilik kararını nasıl verdiniz?
- Dört-beş yıldır arkadaştık. Sonra sevgili olduk. İki aydır da aynı evde yaşıyorduk…
Nasıl ikna etti seni?
- Etmedi, oldu. Ben asla uzun bir flört döneminden sonra evlenemezdim. Onur tanıyor beni. Evleneceksem hemen olması gerekiyordu. Uzun süre sevgililik yaşasaydık, sevgililiğe alışacak ve evlenmek istemeyecektim. Çünkü bildiğim, güvenli bir hayatın dışına çıkmak istemem. Korku vardır bende. Evlilik, zaten insanın bencilliğinden vazgeçmesi aslında. Tabii bencil olmak çok daha kolay ve konforlu…
Hanginiz birbirinize daha çok âşıksınız?
- Değişiyor, dönüşüyor. Bazen daha çok o, bazen ben…
Niye konsoloslukta evlendiniz?
- O en eğlenceli olması gereken gün, onu öp, buna selam ver, onunla sohbet et derken sıkıcı bir protokole dönüyor. Ve kaosa. Oysa biz 20 kişiydik, sadece ailemiz vardı. Paris’i de çok sevdiğimi bildiği için Onur böyle bir sürpriz yaptı.
Kazandığınız paraları ne yapıyorsunuz?
- Ben bir buçuk senedir, Onur da bir senedir çalışmıyoruz. Evlendik, ev kurduk, doğum yaptık...
Sosyal hayat?
- Yok, kulüplere filan hiç gitmiyoruz. Gayet sıkıcı bir aileyiz!
Fotoğraf: Emre Yunusoğlu
Paylaş