Paylaş
-Zindanda unutuluşa terk edilen tutuklular geliyor.
-Şemdin Sakık’ın “gizli tanık” yapılışı geliyor.
-Avukat feryatları geliyor.
-“Suçum ne?” diye yazılan kitaplar geliyor.
-Milletvekili seçildikleri halde zindandan çıkamayanlar geliyor.
-Birbirlerine benzemezlerin bir torbaya doldurulması geliyor.
-“Birtakım hukuki hatalar” sözüyle geçiştirilemeyecek durumlar geliyor.
-“Sana Ergenekoncu derim ha” diye savrulan tehditler geliyor.
-Adaletine güvenilmediği için MİT Müsteşarı’nın teslim edilmediği mahkemeler geliyor.
-“Sehven” sözcüğü geliyor.
* * *
Buna karşılık...
“Ergenekon” denilince...
Kimsenin aklına...
Suikast planları, Ümraniye bombaları, silahlar, cinayetler falan gelmiyor.
* * *
Neden böyle oldu?
Çünkü “darbelerle ve çetelerle mücadele ediyoruz, azıcık adaletten sapsak ne olur” anlayışıyla hareket edildi.
Çünkü Ergenekon’un gönüllü savcıları, azıcık aykırı giden herkesi “sana Ergenekoncu derim ha” diye tehdit ederek davayı sulandırdılar.
Çünkü “birtakım hukuk ihlalleri” denilerek küçümsenen yargısal hatalar, neredeyse esas haline geldi.
Çünkü duruşmalar boyunca bombalar, suikast planları, cinayetler bir türlü devreye giremedi.
Çünkü “kasa” denilen adam beş parasız öldü.
Çünkü “bir numara” denilen adam inceden meczup çıktı.
Çünkü toplumun tüm kesimleri “Ergenekon” denilen öcüye ikna edilemedi.
* * *
Soğuk bir aralık gününde binlerce kişinin otobüslere doluşup Silivri’ye gitmelerinin...
Yedikleri biber gazına rağmen, maruz kaldıkları tazyikli suya rağmen, tattıkları jandarma copuna rağmen bana mısın dememelerinin...
Temel nedeni budur.
Hiç boşuna...
“CHP’liler Aydınlıkçıların peşine takıldı / Bunların alayı Doğu Perinçekçi / Bütün darbeciler toplandı” falan denilmesin.
Ne CHP, ne Aydınlıkçılar, ne de darbecilik motivasyonu bu kadar insanı bu koşullarda Silivri’ye taşıyabilir.
Biber gazına, copa, tazyikli suya, soğuğa, uzun yola rağmen bunca insan orada toplanıyorsa...
Tek motivasyon: İncinen adalet duygusudur.
Yani ortaya çıkan bu “eser”, biraz da “adalet istiyoruz” feryatlarına kulaklarını tıkayan gönüllü Ergenekon savcılarının eseridir.
Eserleriyle rahatlıkla gurur duyabilirler.
Dinsellik, cinsellik
YENİYETMELER bilmezler:
“Nokta” isimli haftalık bir haber dergisi vardı.
Derginin “efsane” olduğu dönemde şöyle bir kapak stratejisi vardı:
Bir hafta “dinsellik” konusu kapak yapılırdı, öbür hafta “cinsellik” konusu...
Sonra?
Gelsin satış patlaması...
* * *
AK Parti kurmayları da Nokta’nın kapak stratejisine benzer bir stratejiyi izliyorlar.
Şöyle bir kısırdöngüleri var:
“Bir hafta cinsel konular... Öbür hafta dinsel konular / Bir hafta cinsel konular... Öbür hafta dinsel konular...”
* * *
Peki satışları nasıl?
Mükemmel. İşte bakın:
Son anketlerde yüzde 52’yi bulmuşlar.
Ferit Bey’e övgü
BAŞBAKAN Erdoğan’ın “Muhteşem Yüzyıl” çıkışı yapmasının hemen ardından “Ferit Şahenk şimdi ne yapacak?” diye sormuş ve altı maddelik “olasılıklar listesi” hazırlamıştım.
Liste şöyle bir şeydi:
BİR: Star’ı haber kanalına dönüştürerek diziden kurtulabilir.
İKİ: Diziyi başka bir kanala üste para ödeyerek satabilir.
ÜÇ: Dizideki saray sahnelerini iptal ettirip at üstü sahnelerine ağırlık verdirebilir.
DÖRT: “Reytingimiz sana feda olsun ey Başbakan” tavrı koyarak diziyi iptal edebilir.
BEŞ: Dizinin senaryo ekibine Mustafa Armağan ile Yavuz Bahadıroğlu’nu dahil edebilir.
ALTI: Star’a STV’den iki dizi transfer edebilir.
* * *
Sonuç?
Benim “yapabilir” dediklerimden hiçbirini yapmadı Ferit Bey.
Acayip akıllıca, süper zekice bir çözüm buldu.
Şöyle bir çözüm:
Dizideki bütün saray kadınlarının başlarını örttü, dekoltelerini ortadan kaldırdı, fettanlıklarını giderdi, hepsine birer “Rabia Hatun” edası kattı.
Sanırım şimdi içinden “Bundan sonrasını Başbakan düşünsün” diye gülümsüyordur.
* * *
Demek ki ben boşuna maaşa talim etmiyormuşum...
Demek ki Ferit Bey de boşuna iş âleminde başarıdan başarıya koşmuyormuş.
Şapka çıkarıyorum kendisine.
Kurumsal kıvranmalar
“Şu bilgisayarda virüs var mı?” diye soruyorlar.
Eline saatli bomba tutuşturulmuş gibi kıvranıyor TÜBİTAK...
Ne yapacağını bilemiyor.
En sonunda acayip teknik, acayip uzun, acayip çetrefilli bir rapor hazırlayıp şöyle diyor:
“Virüs var da diyemem, yok da diyemem”.
* * *
“Özal zehirlendi mi?” diye soruyorlar.
Eline saatli bomba tutuşturulmuş gibi kıvranıyor Adli Tıp...
Ne yapacağını bilemiyor.
En sonunda acayip teknik, acayip uzun, acayip çetrefilli bir rapor hazırlayıp şöyle diyor:
“Zehir var ama zehirlendi diyemem”.
* * *
Kurumlar her şeye ve herkese karşın bilimsel hakikati yalın bir şekilde haykırmak yerine, bölünmüş taraflara mavi boncuk dağıtmaya kalkarlarsa...
İşte böyle kıvrım kıvrım kıvranırlar.
Bunlar öz kardeş
TÜRBAN tartışması yapıldığında...
“Ben ayetlere baktım... İslam’da başörtüsü yoktur... Baş örtme yoktur” diyerek başörtüsünün yasaklanması çabalarına su taşıyanlar ile “Ben ayetlere baktım... İslam’da sadece cami vardır... Cemevi yoktur” diyerek cemevinin ibadethaneden sayılmaması çabalarına su taşıyanlar...
Öz kardeştirler.
Aralarında hiçbir fark yoktur.
İkisi de İslam’dan anladıklarıyla özgürlükleri boğmak istemektedir.
İkisi de kendi İslam yorumlarını geçerli kılmak istemektedir.
İkisi de “istediği gibi inanma / istediği gibi yaşama” ilkelerine karşı saygısızdır.
Mahcup olacaksan
TÜRKİYE, saygın bir uluslararası gazetecilik kuruluşu tarafından hapiste en fazla gazeteci bulundurma şampiyonu ilan edildi.
Çin, İran, Eritre falan Türkiye’nin gerisinde...
* * *
“Ben mahcup bir insanım” diyen hükümet yetkilimize sesleniyorum: Aslında o kadar da mahcup bir insan değilsiniz.
Eğer olsaydınız, bundan olurdunuz.
Paylaş