Paylaş
Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı, İzmirli Atilla Sertel, bir ay kadar önce telefon etti:
Açık görüşe gelir misin?
Tabii ama Ertuğrul Özkök de gitmek istiyor, dedik.
Özkök, bundan bir süre önce ‘Silivri’deki duruşmalara gittiğinde beni de götürsene’ dedi. ‘Tabii’ dedik... Sonra düşündüm; bir duruşmaya gittiğimizde acaba oradan Özkök’e laf atarlar mı? Tatsız bir şey olur mu? Özellikle subay eşleri tarafından...
İşte Sertel’in son telefonu ‘ilaç’ gibi geldi.
Beni bırak, Özkök’le konuştun mu?
Telefonla konuştum, severek gelirim, dedi.
Melih Aşık, Necati Doğru ve Uğur Dündar’ı da davet etmiş Sertel... Hepsi kırgınlıkları ve kızgınlıklarını bir yana bırakmış... Adalet Bakanlığı’ndan izin almak için gerekli yazışmalar yapılmış; ‘açık görüş’ için...
Sertel, gazeteciler kadar hukukçuları, milletvekillerini de davet ediyor. İzmirli olmasından ötürü Balbay’ın arkadaşlarını da götürüyor. Nitekim, önceki günkü ziyaret listesinde; Balbay’ın Burdurlu hemşerisi Bülent Ecevit ile İzmir’de büro şefliği sırasında polis-yargı muhabiri olan Necati Aygın da vardı. Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ, Balbay’ın Ankara’dan arkadaşı... (Duygu Kıroğlu ile Seyfettin Şen de İzmir’den gelmişlerdi.)
Tutuklu gazetecileri en çok ziyaret eden Cumhuriyet yazarı Ümit Zileli; Balbay’la TV ve radyolarda birlikte program yapıyorlardı. Bu bakımdan hepsi ile samimi, sorunlarını yakından izliyor.
Adalet ve vicdan aranıyor!
GÜNÜN SÖZÜ
“(Dünkü yeni iddianame için) En son babalar duyar, denir ya, burada da suçu en son sanıklar duyuyor. Halkla beraber hukuku arayacağız.”
(Mustafa BALBAY)
Kızgınlıkları unutmuşlar
MUSTAFA Balbay ile Tuncay Özkan gazeteciliğe Cumhuriyet’te başladılar. Ankara’da Balbay, temsilci olunca Özkan istifa etti. Uğur Dündar’ın Arena’sında çalışmaya başladı. Daha sonra onunla kavga etti. Özkan, “Balbay ile 20 yıl konuşmadım; bu sürede belki iki-üç telefon görüşmesi olmuştur. Mustafa’yı cezaevinde tanıdım, çok sevdim. Zaten tecritte birlikte kalıyoruz. (Silivri’deki duruşmaya el ele gelmişler.) Doğu Perinçek ile Soner Yalçın’ın kırgınlıkları cezaevi koridorunda selamlaşmaları ile sona ermiş.
Neler konuşuldu
GÖRÜŞME sırasında tutuklu arkadaşlarımızdan ilginç bulduğumuz iddialar şöyle:
Burada anlatılanlara bakarsak, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan 5 ayrı şekilde; Eşref Bitlis de 7 ayrı şekilde suikaste uğramışlardır.
Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi olayının arkasında bir cemaat grubu çıkabilir.
Silivri, 12 Eylül döneminden daha tehlikeli.
Silivri, Kahire Tahrir meydanı gibi bir karşı devrim yaratabilir.
12 Eylül’de bile sahte delil akla gelmedi. Burada her şey var. Zalimane bir tutum karşısındayız. Adaletin olmadığı yerde neyi savunacağımızı bilemiyoruz. Bir mücadele yöntemi yok; çünkü karşımızda bir tertip var.
Cemaat de dinleniyor şantaj amacıyla.
Hastaneye değil ama duruşmaya gitmek bir işkence.
Bizim hakkımızda verilecek karar yok hükmündedir. Adil yargılanma hakkı istiyoruz. Sanığın söz hakkının olmadığı yerde yargılama olur mu?
Adalet ve vicdan yok
AYDINLIK yazarı Hikmet Çiçek, yalancı tanıklık üzerinde şöyle konuşuyor:
“Ceza yargılamasının en önemli unsuru ‘delil’dir. Delil yoksa yargılama olmaz. Savcı dava açamaz, iddianame tanzim edemez. Mahkeme yargılama yapamaz. Ergenekon davasında savcıların ve mahkeme heyetinin en önemsediği ‘delil’ gizli tanık ifadeleridir. Nasıl ki ‘Balyoz davası’ denilince sayıları binleri aşan sahte dijital belgeler, ‘Odatv davası’ denilince uzaktan gönderilen virüsler akla geliyorsa, Ergenekon denilince ilk akla gelen gizli tanıklardır. Ergenekon davası, gizli tanık beyanları üzerine kurulmuştur. Adalet ve vicdan duygusu kalmamıştır.
Ergenekon Ergene
Tuncay Özkan: Bir gizli tanık ‘Ergenekon’u duymadım ama Ergene nehrinden bahsedildiğini işittim’ dedi. Yani Aziz Nesin hikâyelerinde geçse; amma da abartılmış denilecek yaklaşımlar, bu son derece önemli davanın duruşmalarında sergilendi. (...) Olanlar karşısında yine yaşadığımıza şükrediyoruz.
Türkiye’nin dönüştürülmesi sürecinde, biz dışarıda olması gereken insanlarız. Bunun için tutuyorlar. Olanlar karşısında yine de yaşadığımıza şükrediyoruz.
Avcı ve Hilmioğlu’na yazık
SONER Yalçın görüşmede şöyle dedi:
Hanefi Avcı’ya acıyorum. Onunla birlikte tutuklananların hepsi çıktı. Yazık oluyor bu adama... Ne yapmış? Kitap yazmış. Böyle bir şey olabilir mi?!
Malatya Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu’nun durumunu yazın lütfen. Geçenlerde 21 yaşındaki oğlunu kaybetti. Kendisi kanser. İki dönem üniversite rektörlüğü yapmış bu değerli akademisyen kimsenin bilmediği bir suçtan dolayı 4 yıldır yatıyor. Bir türlü tahliye etmiyorlar.
Ertuğrul Özkök’ün bugünkü Silivri izlenimleri mutlaka okunmalı. Her şeyi özetlemiş. Biz de bu yazının esasına girmeden ‘kalan’ları aktardık. Özkök’ün bir sorusu var:
“Bu döneme ne isim verilebilir?”
Paylaş