Paylaş
Rahmetli babam kibar bir akşamcıydı. Neşeye meyyal tabiatı, akşam yemeğinde iki kadeh rakıyla menevişlenir, üçüncüyü yarım bırakır kalkardı sofradan. Rakısını hep valide doldurur, bir yudum içer, yüzünü buruşturur, babamın önüne koyardı. Rakı soframızda tatlı muhabbete meze niyetine, kafi miktarda yer alırdı kısaca… Biz faydasızlar, validenin babama doldurduğu her kadehten bir yudum almasını, babamın çeşnicibaşısı olmaklığına bağlar; ‘kıvamda bir kavunluk varsa ayar etmek üzre yudumluyor demek ki’ diye düşünürdük. Görünen oydu…
Palazlanıp muhabbete karışır boya geldiğimizde, babam rakının ilk yudumunu valideye zimmetleyişini şöyle açıklamıştı; “Şefkat yudumu… Rakının ilk yudumu acı olur, ikinciden itibaren keyf verir. Anneniz sağolsun; rakının acısını almadan önüme koymaz. Rakı, sulu da içilir susuz da, ama şefkatsiz içilirse bir halta benzemez.” Görünmeyendi bu. Biz görünenle yetinenlerin göremediği…
Önüne koyulanla, görünenle yetinmek! İlk bakışta makul çağrışımları olan bir önerme değil mi? Hele edepli olmak, kanaatkarlık, haddini bilmek, tevazu, ölçülülük gibi inceliklerle harmanlanırsa pek de güzel yenir.
Hangi ideolojiyi benimsemiş olursa olsun gündelik siyasetin, ‘sıkı çoğunluk’tan ya da profesyonel siyasetin diliyle söyleyelim, ‘ahali’den beklediği budur. Bilmene izin verildiği kadarıyla yetin, görüneni benimse! Benimse ki; alabildiğine geniş bir kitle meseleler hakkında ortak, genelgeçer, gılsız gışsız bir kanaatte müşterekleşsin ve patırtısız biçimde yaşayıp gitsinler.
Ve fakat hayat meraklısı için pek de gılsız kışsız bir yol olmadığından; kimi insanlar da görünenle yetinmeyi hazmedemez. Şüphecidirler, soru sormayı şehvetle severler, bilmek, anlamak, kavramak ve bilgiyi içselleştirip, kendi deneyimlerinde halli hamur etme peşindedirler.
İşte siyasetin hiç hazzetmediği bu insanların tutunacak birkaç dalından biridir sanat. Sorgulamayı yüreklendirir, görünenin ardındakini arayanın yol arkadaşıdır, yetinmeyenin İsviçre çakısıdır.
Omuz omuza yürüseler büyük kamusal faydalar yaratabilecek olan bağımsız sanat ile günlük siyaset arasındaki şiddetli geçimsizlik, bireye bakışlarındaki bu zıtlıktan kaynaklanır aslında.
Bu köşeden soru soranlara, yetinmeyenlere, farklı disiplinlerden ortak yaşama kültürümüze renk ve enerji sağlayabilecek hayat kırıntıları taşımaya yelteneceğim. “Körler memleketinde görmek, bir hastalık sayılır.” der Cenap Şehabeddin. Bu hastalıktan mustariplerle rahatsızlıklarımızı paylaşalım diye.
Annem babam göçtüler. İlk baktığımız, ilk dokunduğumuz an itibarıyla, dişe dokunur bir hayat yaşamamışlığımızdan mülhem yüzlek bir ilişki kurup kenara itelediğimiz eprimiş fotoğraflarla soğutmaya çalışıyoruz yüreğimizi çoktandır. Ne bu ilk yazının acısını alacak anam var, ne de okuyup yüreklendirecek babam… Belki de bu köşeye ikinci yazıdan başlamalıydım…
İlk yudumlarınızın acısını alanlarınız çok ve uzun ömürlü olsun…
Paylaş