Paylaş
Erdoğan’ın Batı’yı eleştirmesi, sorgulaması yeni bir durum değil. Geçmişe kıyasla fark, Erdoğan’ın söyleminin eleştiri sınırlarının dışına çıkarak, Batı’yı açıkça hasım gören, suçlayan bir çizgiye doğru kaymakta olması.
Başbakan’ın özellikle son Mısır gezisinde yaptığı açıklamalar, geçen pazartesi günü Avrasya İslam Şurası’na hitabı ve salı günkü grup konuşmasını birlikte tahlil ettiğimizde, bu yeni yönelişin çarpıcı izlerini görüyoruz.
* * *
Batı’ya dönük sorgulayıcı bakış öncelikle, İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenmiş olan uluslararası işbirliği sistemine, bu çerçevede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısına ve buradaki 5 daimi üyenin veto yetkisine yöneliyor.
Erdoğan bu konudaki kuvvetli çıkışlarına ilk olarak 2011 yılı eylül ayında New York’taki BM ziyareti sırasında başlamıştı. Ancak Suriye’deki içsavaş ve İsrail’in Gazze’ye dönük saldırıları sırasında yaşadığı hayal kırıklığının ardından, Erdoğan bu çizgisini artık küresel sisteminin değiştirilmesine yönelik açık bir kampanyaya dönüştürmüş durumda.
Sıkça “BM’ye artık güvenmiyorum” diye söze giriyor Erdoğan ve özellikle BM Güvenlik Konseyi’ndeki “egemen güçler” diye adlandırdığı daimi üyelere tavır alıyor ve şöyle diyor:
“Güvenlik Konseyi’nde Suriye konusunda iki üye, İsrail ile ilgili yine bir-iki tane farklı üye bu defa olumsuz yaklaşıyor. Bu ne menem iştir? Nerede sizin adaletiniz? Birbirinizle, al birini vur öbürüne, durumunuz bu...” (Grup konuşması)
Bu konuşmada haklarında “Al birini vur öbürüne...” diye söz edilen ülkeler ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti, Fransa ve İngiltere’dir. Erdoğan’ın eleştirilerinde haklı olduğu pek çok nokta olsa da, bu itirazın ifade ediş şeklinde asgari diplomatik nezaket ölçülerinin zorlandığını söylemek hata olmaz.
* * *
Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne dönük temel bir eleştirisi, “Üç kıtadan daimi üyeleri arasında malum inanç gruplarının temsil edildiği bir yapı” olmasıdır. Yani Çin hariç tutulduğunda, Hıristiyan ağırlıklı bir yapıdan şikâyeti var.
Başbakan, Güvenlik Konseyi’nden söz ederken, “Bizim lehimize bugüne kadar çıkan bir şey var mı?” diye soruyor. Erdoğan’ın “biz” diyerek bu soruyu Avrasya İslam Şurası’na katılan din adamlarına, yani ulemaya yönelttiğini dikkate alırsanız, kendisinin BM’yi doğrudan İslam âlemi adına sorguladığı sonucuna varabilirsiniz.
Erdoğan, bu eleştirilerin ardından BM sisteminde kapsamlı bir reform beklentisini dile getiriyor. “Güvenlik Konseyi’nde halkı Müslüman olan tek bir ülke yok” diye konuşuyor ve bu kurulda kıtaların ve inanç gruplarının dönüşümlü bir şekilde temsil edileceği bir düzenleme yapılmasını talep ediyor.
* * *
Başbakan’ın Güvenlik Konseyi’ne, buradaki “egemenler”e duyduğu öfke, sıkça adres olarak Batı dünyası ile yer değiştiriyor. Erdoğan, bazen dolaylı ifadelerle, bazen açıkça adını da koyarak Batı dünyasına çatıyor; insan hakları, demokrasi, Filistin ve Suriye söz konusu olduğunda “iki yüzlü olmakla”, “ikircikli davranmakla”, “insanlık tarihine kara lekeler” düşürmekle suçluyor.
Aslında Başbakan’ın pek çok meseleyi İslam dünyası ile Batı arasındaki bir karşıtlık/çatışma ekseninde algıladığı gözlemini de yapabiliriz.
Kahire’de geçen pazar günü Türk-Mısır İş Forumu’ndaki konuşması, Başbakan’ın bu bakışını göstermesi bakımından çarpıcıdır. Erdoğan, bazı ülkelerin (ABD kastediliyor) BM’de Filistin devletinin kuruluşunu engellediğini söyledikten sonra şöyle diyor:
“Bu oyunu dikkatle takip etmemiz lazım. Bilesiniz ki, Batılı güçlerin bütün derdi İslam dünyasını kendi içinde paramparça etmektir, parçalamaktır.”
Çıkış, ona göre, İslam ülkelerinin safları sıklaştırmasıdır. Yarın bu bağlamda Türkiye’nin oynamaya talip olduğu rolü irdeleyelim.
Paylaş