Paylaş
28 Şubat öncesindeki durum, medyanın bu işteki rolü, 27 Nisan bildirisi süreci gibi konular.
Başbakan’ın komisyonun davetini “Soruları yazın da verin” diye yanıtlamasının, milli iradeye karşı yakışık almayan bir tutum olduğunu düşündüğümü daha önce yazmıştım.
Sanki Başbakan, TBMM’nin amiriymiş de soruları lütfen yanıtlıyormuş gibi bir görüntü oluştu.
Gerçi parlamento çoğunluğunu bizzat seçen kendisi olduğu için Başbakan bir bakıma TBMM’nin patronu da sayılır ama yine de bunu bu kadar gözümüze sokmasa iyi olurdu.
Şimdi benim gibi birçok kişi 27 Nisan bildirisi ile ilgili sorulacak sorunun nasıl olacağını merak ediyor. “Dolmabahçe mutabakatı” olarak kamuoyunun bildiği mesele, bakalım TBMM komisyonu tarafından açığa çıkarılabilecek mi?
Hatırlayacaksınız Başbakan, zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile yaptığı bu görüşmede konuşulanları “Benimle mezara kadar gider” diye bir “sır” olarak nitelemişti.
Emekli Orgeneral Büyükanıt ise geçen hafta komisyona verdiği ifadede topu Başbakan’a attı. “Benim için sır değil ama Başbakan böyle takdir etmiş” dedi.
Bakalım Başbakan da “Büyükanıt madem sır değil diyor, işte görüştüğümüz konular bunlardır, buyurun yazılı veriyorum, tarihe geçsin” diyecek mi?
Demeyeceğini şimdiden tahmin edebilirim.
Aslına bakarsanız 28 Şubat süreci de 27 Nisan süreci de Başbakan’ın işine yaradı.
Birinde Erbakan’ın gölgesinden kurtulup, kendi partisini kurma ve iktidara gelme fırsatını yakaladı, diğerinde de TBMM’de ezici bir çoğunluk elde etme olanağını buldu.
Ben olsam bunu sorardım: Bu “muhtıralar” siyaseten işinize ne kadar yaradı?
Ne de olsa polisiye roman okuyucusu ve film seyircisiyim! “Katili” arıyorsanız, ilk bakacağınız yer bu cinayetten en çok kimin yararlandığı sorusunun yanıtının bulunduğu yerdir!
İsrail’deki faşistler gitmeden huzur yok!
İSRAİL’in ırkçı/dinci faşist yönetimi bir kez daha sivilleri hedef aldı ve Gazze’ye saldırdı.
Bunun bir seçim yatırımı olduğunu söyleyen yorumculara katılıyorum, mutlaka öyledir.
Aynı iğrenç tutumun iki seçim öncesinde tekrarlanmasının başka bir açıklaması olabilir mi zaten?
Tabi sorun İsrail halkının da bu “jewonazi” politikayı bu kez de yutup yutmayacağı.
Bakalım İsrail halkı şunu görebilecek mi: O topraklarda huzurlu bir yaşam arıyorsanız, başınızdaki faşistlerden kurtulmalı ve Filistinlileri insan yerine koymalısınız ki adil ve onurlu bir barış olsun!
Başta Amerika olmak üzere diğer batılı ülkeler de bunu fark etmeli aslında.
Ortadoğu’da Filistin halkının varlığına saygı gösteren bir barış olmadıkça, dünyanın başka köşelerinde de huzur olmayacak.
“İsrail’in kendini koruma hakkı var” diyerek, bu saldırganlığını onaylayanların, Filistinlilerin de kendilerini koruma hakkı olduğunu unutmaları ilginç.
Bir sözüm de Başbakan Erdoğan için: Başbakan, Mısır’da yaptığı konuşmada, Netanyahu’ya “Hesabını iyi yap” dedi. Netanyahu’yu başına gelebilecekler konusunda uyardı.
Başbakan’ın daha önce Türkiye’deki terör olaylarından sonra “Şöyle asarım, böyle keserim” demeçlerinin hiçbir işe yaramadığını Netanyahu da biliyor olmalı.
Mavi Marmara katliamından sonra ortalığı ayağa kaldıran, “Bir daha Gazze’ye giden gemilere dokunursan yakarım” diyen ama sonra bir kenarda oturmaya devam eden bir insanın tehdidini kimse ciddiye almaz.
Hadi biz burada böyle boş konuşmalara alışkınız, aldırmıyoruz. Ama hiç olmazsa dışarıdaki itibar için bu konuda dikkatli olmak gerek!
28 Şubat yargısına rahmet okuturlar!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Şubat dönemindeki avukatı, şimdinin Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun sorularını yanıtlarken şöyle diyor:
“Tayyip Bey, Türkiye’yi dolaşıyordu. İster suç olsun ister olmasın bir dava açılacak, Tayyip Bey’in önü kapanacaktı. O süreçlerde taşeron gibi bir savcı vardı, Tayyip Bey için tutuklama istedi.”
Yazıcı’nın bu sözlerini okuyunca, içinde yaşadığımız bu dönemin yargı uygulamaları konusunda 28 Şubat’a rahmet okutacağını düşündüm.
O gün bir savcı varmış, Tayyip Bey’i ne olursa olsun mahkûm etme peşinde olan.
Bugün ise bir savcı ve hâkimler ordusu, muhalif sesleri susturmak, hepsini yıllarca hapiste tutmak için görev başında!
Arkalarında AKP’nin “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”, önlerinde polis, faaliyetteler!
Acaba bu dönemin yargı uygulamalarını on yıl sonra, 20 yıl sonra nasıl anacağız?
Öyle bir tek savcı ismiyle, bir tek yargıç ismiyle geçiştirilemeyecek bir durum bu.
Paylaş