SON bir aydır Türkiye’nin gündemini kilitleyen açlık grevleri krizi geride kalırken, olayın siyasi sonuçları konusunda şu gözlemleri yapabiliriz:
1. BÜTÜN YOLLAR ADAYA MI ÇIKAR? Galiba herkesin üzerinde birleştiği konsensüs, sürecin sona erdirilmesinde belirleyici rolü Abdullah Öcalan’ın oynadığı gerçeğidir. Bu yönüyle, krizin sonuçlanış şekli, Kürt sorununda Ankara’nın karşısındaki en önemli ve geçerli muhatabın Öcalan olduğunu, hem Türkiye’deki kamuoyuna hem de uluslararası camiaya etkili bir şekilde göstermiştir. Türkiye’deki Kürt siyasi hareketinin liderinin, İmralı’daki cezaevinde, terör suçlarından aldığı müebbet hapis cezasını çekmekte olan bir mahkûm olduğu gerçeğiyle artık herkesin barışık bir hale gelmesi gerekiyor. 2. KUŞATILMIŞLIĞI AŞMA STRATEJİSİ: Son bir buçuk yıl içinde gerek Öcalan’ın İmralı’da tecrit edilmesi gerek KCK tutuklamaları ve güvenlik politikalarıyla köşeye sıkıştırılan Kürt hareketinin, bu hamlesiyle kendisini çevreleyen kuşatma hattında bir dizi gedik açtığını teslim etmemiz gerekiyor. İnsan hayatı gibi çok tehlikeli bir kartı masaya sürmek pahasına da olsa, bu hamle sonunda Kürt hareketi A) Öcalan’a tecridin kırılmasının koşullarını yaratmış, B) Dünyanın dikkatini yeniden Kürt sorununa ve PKK’nın siyasi taleplerine çekebilmiş ve C) İmralı-Tutuklular-BDP çizgisi arasında bir güven tazelemesi ortamı yaşanmıştır. Bu aşamada zayıf halka, en azından sürecin sona erdiriliş aşamasında devre dışı kaldığı anlaşılan Kandil faktörü gibi gözüküyor.
3. KÜRT DENKLEMİNDE TUTUKLULAR FAKTÖRÜ: İmralı, Kandil ve BDP derken, açlık grevleri Kürt denkleminin içine bu kez “tutuklular faktörü”nü yerleştirmiştir. PKK-KCK tutuklularının, Kürt sorununda ilk kez bu kadar kuvvetli bir şekilde devreye girerek gündeme müdahale ettiğine tanıklık ettik. Yüzlerce insanın ölümü göze alarak sergilediği irade neresinden bakılırsa bakılsın ciddi bir güç gösterisidir. 4. İÇBARIŞ KAZANDI: Türkiye’nin büyük bir kaosun içine düşebileceği bir eşiğin köşesinden döndüğü hususunda büyük bir mutabakat var. Gerçekten de ölümlerin başlaması halinde ne gibi boyutlar kazanacağını hiçbirimizin kestiremeyeceği, ancak içbarışı ciddi şekilde gölgeleyeceği mutlak olan bir süreç tetiklenecekti. Bu senaryonun önünün kesilmiş olması Türkiye’nin kazancıdır. 5. DİYALOĞUN FAZİLETİ: Bu sonuç müzakere ve ikna yoluyla elde edilmiştir. Müzakereyi reddederek, yalnızca bilek bükmeye çalışarak bir yere varılamıyor. En zor durumlarda bile tarafların diyalog kapılarını tümden kapatmamasının, birbirlerinin yüzüne bakabilecek muhatapların bulunmasının hayat kurtarıcı işlevi görülmüş olmalıdır. Burada Ankara cephesinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve MİT kilit bir rol oynarken, Kürt cephesinde BDP’nin de eylemin sonuçlanmasında yapıcı bir tutum sergilediğini kabul etmek gerekir. BDP’nin zemin kazanması uzun dönemde çözüm çabalarına yardımcı olacak bir gelişme olarak görülmelidir. 6. FIRSAT OLABİLİR Mİ? Her müzakerenin tarafların pozisyonlarının biraz gerisine düşmeleriyle sonuçlanması kaçınılmazdır. Bu noktada önemli olan soru, kimin ne ödün verdiğinden çok, yaşanan tecrübenin bir fırsat olarak değerlendirilip çözüme dönük bir müzakere sürecine tahvil edilip edilemeyeceğidir. Buradaki en önemli belirsizliklerden biri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hesapları, bu çerçevede cumhurbaşkanlığı seçiminde MHP oylarını alabilmek için geliştirdiği milliyetçi söylemdir. Bu söylem, Kürt sorununda yeniden diyalog yoluyla siyasi bir çözüm arayışının dayatacağı gereklerle ters orantılıdır. Dolayısıyla açlık grevlerinin bitişiyle beliren iyimser havanın gerisinin gelip gelmeyeceği Başbakan Erdoğan’ın kullanacağı siyasi tercihe bağlıdır.