ERGENEKON soruşturması 2007 yılında başlayıp devlet içindeki gizli yapılanmalara doğru yöneldiğinde, çok az insan bu sürecin 5 yıl sonra soruşturmaya kuvvetle destek veren gazetecileri de hedefine koyabileceğini düşünebilirdi.
Bunun nedeni, İstanbul’daki 13’üncü Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan Ergenekon davasının, geçen hafta eski PKK yöneticisi Şemdin Sakık’ın bir grup gazeteciye dönük yeni bir “andıçlama” operasyonuna sahne olmasıdır.
* * *
Sakık, geçen hafta mahkemede iki gün arka arkaya verdiği ifadede köşe yazarları Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Yasemin Çongar’a dönük ağır suçlamalarda bulunmuştur. Suçlamaların temelinde PKK ile işbirliğine girerek “örgütün askeri gücünü kullanmaya çalışmak” iddiası yatıyor. İnsanlara böylesine iftira edilebilmesi bu kadar kolay mıdır? Evet, Türkiye’de çok kolaydır.
Öncelikle bu suçlamayı yapan kişinin, 1998 yılında Kuzey Irak’ta yakalandıktan sonra sorgusunda verdiği ifadeye sonradan Genelkurmay tarafından yapılan eklemelerin yol açtığı andıç skandalıyla birlikte anılan kişi olduğunu hatırlayalım. Sakık’a atfedilen ifadede, aralarında Mehmet Ali Birand, Akın Birdal ve yine Cengiz Çandar’ın da bulunduğu birçok isim hakkında benzer iddialar yer almıştı.
Söz konusu eklemelerle ilgili karargâhta hazırlanan bir andıç belgesinin doğru olduğu 2000 yılında Genelkurmay tarafından itiraf edildiğinde, Sakık’ın ifadesinin yayımlanması üzerine 1998’de Ankara’da suikaste uğrayan Akın Birdal’ın vücudundan 6 kurşun çıkartılmış, andıçtaki diğer isimlerin çoğu da ciddi mağduriyetlere uğramıştı.
* * *
Şimdi 1998’deki andıç olayına karışan bir mahkûmun 15 yıl sonra Ergenekon davasında önce gizli tanık olarak kürsüye çıkıp, ardından açık tanıklığa geçip benzer iddiaları tekrarlaması pek çok bakımdan bir inandırıcılık sorunu yaratıyor.
Birinci mesele, karşımıza Sakık eksenli, belli bir hedefe yönelen, sistematik bir çabanın çıkmasıdır. Sakık, geçen ağustos ayında hükümetin hararetli destekçilerinden Akit gazetesine bir açıklama göndererek, yine Cengiz Çandar ve Hasan Cemal hakkında benzer suçlamalar yöneltmişti.
İkinci düşündürücü nokta, mahkeme heyetinin Sakık’ın suçlamalarına seyirci kalmasıdır. Bu bağlamda Özel Yetkili Mahkemelerin (ÖYM) bu gibi tartışmalı tasarrufları uzunca bir zamandır tepki toplamaktadır. ÖYM’ler Başbakan’ın talimatıyla PKK ile görüşen MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı geçen şubat ayında soruşturmaya (ve muhtemelen ardından tutuklamak üzere) kalkışınca ciddi bir kriz yaşanmıştı. Bu olayın ardından hükümetin TBMM’den geçirdiği yasa değişikliği ile ÖYM’lerin aşamalı olarak tasfiyesine karar verilmiş, ancak başlamış olan davalara dokunulmamıştır.
* * *
Son olay, “andıçlama”nın bugün Türkiye’de yaygın bir sorun haline gelmiş olduğunu artık herkesin görmesi açısından göz açıcı olmalıdır. Eski polis şefi Hanefi Avcı’nın hem solcu bir örgüte hem de Ergenekon’a aynı anda üye olmakla suçlanıp yargılanması bile tek başına bugün ÖYM’lerde geçerli olan sorunlu yargı pratiklerini açıklayıcıdır.
Ayrıca, Balyoz iddianamesinin omurgasını oluşturan ve 2003 yılında son kez kaydedildiği söylenen bir CD’nin içinden 2008 yılında kurulmuş tüzel kişilikler çıktığında bu delili nasıl adlandırmalıyız? Ya da bir grup üniversiteli gencin fotoğrafları intihar eylemcisi diye kamuoyuna yansıtıldığında, onlar da andıçlanmış olmuyor mu?
Son olarak bu kez bir grup köşe yazarının andıçlanması, artık bu gibi olaylar karşısında siyasi duruş ayrımı gözetmeden, seçici olmayan ilkesel bir tavrın geliştirilmesi zamanının çoktan gelmiş olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti olabilmesinin yolu, bu alanların artık Türkçe sözlükte “andıçlama” ile eşanlamlı hale gelen iftiralardan, pusu kültüründen, tuzaklardan arındırılmasından geçiyor. Maalesef yaşadığımız olaylar bu hedefin çok uzağında olduğumuzu bize gösteriyor.