Paylaş
Dün sabah da böyle sabahlardan biriydi; internette görüp de o an okuyamadığım için kenara ayırdığım şeyleri okuma sabahı yani. Kenara ayırdığım yazılardan biri, ‘The New York Review of Books’ dergisinde, Freeman Dyson’ın yazdığı bir kitap eleştirisiydi.
Dyson, Jim Holt’un ‘Why Does the World Exist: An Existential Dedective Story’ (Dünya Neden Var: Varoluşçu Bir Dedektif Hikayesi) adlı kitabı hakkında yazıyordu.
Ne yazdığını anlatmazdan önce yazarı anlatmalıyım. Freeman Dyson, 1923 doğumlu İngiliz bir fizikçi. Çok ama çok önemli bir fizikçi üstelik. Son 50 yıldır Amerika’da Princeton’da yaşıyor. Ve özellikle son yıllarda ilginç görüşleriyle, fizik dışı konularda çok güzel yazılmış kitaplarıyla dikkat çekiyor. Zaten birkaç yıldır da The New York Review of Books dergisinin sürekli yazarları arasında.
Her ne konuda yazarsa yazsın çok parlak bir biçimde ve çok sağlam bir akıl yürütmeyle yazdığı için Dyson’un yazılarına, kitaplarına bayılıyorum; zaten bu yazıyı da o yüzden ‘Sonra okurum’ diyerek ayırmıştım.
Neyse konumuza geri dönelim.
Holt’un kitabını okuyan Dyson, 20. yüzyıl filozoflarına ilişkin küçümsemesini hiç gizlemiyor, üstüne Jim Holt’un kitabında ‘20. yüzyılın en büyük iki düşünürü’ nitelemesini kullandığı Martin Heidegger ve Ludwig Witgenstein’ı birkaç cümlede harcayıp geçiyor.
Dytson’a göre, Holt’un gidip ‘Neden evrende varız’ sorusunu sorduğu felsefeciler iki gruba ayırılıyor: 1. Her şey atomlardan ve maddeden oluşmaktadır, diyen materyalistler; 2. Her şey fikirlerdir, diyen Platoncular.
Biri maddeyi diğeri insan aklını her şeyin merkezine koyan bu iki temel felsefi akım hakkında daha fazla şey söylemek lazım aslında.
Materyalizm, ilk ortaya çıktığı zamandan beri pek çok kişi tarafından küfür olarak da kullanılan bir kelime. Ama materyalist felsefe, öyle küfür edilerek geçiştirilecek bir şey değil. Kendi içinde onlarca yan dala ayrılan, ama çok kabaca özetlemek gerekirse, evrenin (ve bu arada bizlerin de tabii) varoluşunu özel bir amaca dayandırmayan, bu evrendeki her şeyi maddi temellerle ve mantıkla izah etmeye çalışan bir akım.
Platonculuk ise evrenin ve bizlerin bu evrendeki varlığının bir anlamı olması gerektiğini söyleyen, yine kendi içinde onlarca hatta yüzlerce yan dallara ayrılan bir ana felsefi akım. Ki bu dallar arasında evreni yaratan yüce bir akıl (Tanrı) olduğunu söyleyen de var, bu evrendeki varlığımızın anlamını kendi aklımızda bulacağımızı söyleyen de.
Şimdi gelelim bu yazıyı yazma sebebime...
Dedim ya Freeman Dyson, fizik dışı konularda da yazdı, hem de çok akıcı bir dille ve çok ikna edici bir mantıkla yazdı diye. İşte onun yazdığı ve benim kafamı da ciddi olarak karıştıran kitaplardan biri, ‘Infinite in All Directions’ (Her Yönde Sonsuz) adını taşıyor.
Dyson bu kitabında bir yerde materyalist felsefe ile Platonist felsefeyi birleştirmeye çabalıyor, bir çeşit ‘kozmolojik akıl’dan söz ediyor.
Ona göre evrenin bir düzeni var. Bu hem kuvantum mekaniği seviyesinde böyle hem de kozmolojik seviyede. Ve kendisi, bütün bu mega şeylerin düzeninin arkasında bir ‘akıl’ olduğunu, istersek bu aklı da ‘tanrı’ diye adlandırabileceğimizi söylüyor.
Tabii koca bir kitabı burada birkaç satırda anlatmama imkan yok; keşke Türkçesi olsa, daha fazla insan okuyabilse.
Dyson gibi önde gelen bir fizikçinin, yani materyalizmin neredeyse göbeğinde iş yapan birinin dindar olduğunu açıklaması, zaman zaman ‘Bir Hristiyanım’ demesi, özellikle Amerika’da dinci gruplarla ateist gruplar arasındaki tartışmaları her zaman alevlendirdi, hala daha da alevlendirdiğini söylemek gerek.
Ama hakkını verelim, Dyson da, her ‘Ben Hristiyanım’ demesinden sonra ekledi: ‘Benim için iyi insan olmak, iyilikler yapmak, dinden daha önemlidir.’
Aynı anda hem materyalist bir evrene inanıp hem de Platonist olunabileceğinin yaşayan örneği Freeman Dyson.
Paylaş