Paylaş
Bu amaçla Lozan’da bir ‘Umumi Af Beyannamesi’ imzalanmıştı.
Geçmişin acılarını geçmişte bırakmak istediklerini İsmet Paşa, Meclis’teki Lozan konuşmasında açıkça ifade etmişti. Aynı amaçla tarih kitaplarında Balkan savaşları sırf cephe savaşlarıymış gibi ve kısaca anlatıldı. Balkanlar’dan, Rumeli ve Kafkasya’dan Anadolu’ya yapılan tehcirlere de Ermeni tehcirine de yer verilmedi.
Bu, “Yurtta sulh ve cihanda sulh”un tarih kitaplarındaki bir uygulamasıydı. Aynı zamanda Osmanlı tarihinden de bir kopuştu. “Milli tarih”, kimseyi pek rahatsız etmeyecek arkeoloji ve antropolojiye dayandırılacaktı. Atatürk bunu Balkan delegelerine de söylemişti.
En büyük tehcir
Fakat tarih bırakıldığı yerde kalmadı. Bugün bir akım, son yüzyılın tarihindeki tehcir ve katliam facialarından dolayı sadece Türkleri suçluyor: Anadolu’daki Rumlar “binlerce yıl” buradaymış... Halbuki Rumeli’deki Osmanlı varlığı beş yüz seneymiş... Rumeli tehcirleri de üzücüymüş ama aynı şey değilmiş!
Bu bakış etik dışı olduğu gibi, tarihin gerçeklerine de aykırıdır. Kırım, Kazan ve Kafkasya’da Rus varlığı birkaç yüzyılı geçmezdi. Ama buralara hâkim olduklarında etnik temizlik yaptılar, Müslümanları Anadolu’ya tehcir ettiler.
Rumeli’de en büyük tehcir ve katliam Osmanlı Müslümanlarına uygulandı. Osmanlı hâkimiyeti altında geçen asırların yarattığı öfkeden mi? Fakat Yunanlılar ve Bulgarlar, Balkan savaşlarında ve sonrasında, Makedonya’nın işgal ettikleri bölgelerinde birbirlerini de tehcir ettiler... Birbirlerine de katliam ve tecavüz yaptılar.
Modern çağda Balkanlaşma
Tarihçi Richard Hall’a sordum: Roma’da, Bizans’ta, Osmanlı’da neden etnik temizlik yoktu da modern çağlarda yaşandı bunlar?!
Uzun cevabının özeti şöyle:
“Her bir Balkan kavmi Almanya, İtalya ve Fransa gibi, kendi modern ulus devletlerini kurmak istedi. Halbuki Alman, Fransız ve İtalyan coğrafyaları önemli ölçüde homojen olduğu halde, Makedonya’da Türkler, Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar iç içe yaşıyordu! Onun için korkunç facialar yaşandı...”
Geçmişte bırakmak istediğimiz tarihin zamanımızdaki en feci dönüşü budur: “Balkanlaşma” yani etnik ve dinsel kimliklerin şiddet yoluyla siyasi ayrışmaya yönelmeleri...
Balkanlaşma olmasın!
Benim büyük endişem, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Balkanlar’da yaşanmış olan etnik kimlikleşme, ayrışma, etnik milliyetçilik ve savaş sürecinin, şimdi 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’nin güneydoğusu dahil, Irak’ta, Suriye’de, yarın İran’da ve bütün Ortadoğu’da yaşanması ihtimalidir.
Bugün facialardan sakınmak için, yüzyıl önce olmayan bir imkân var: Demokrasi!
Demokrasi bu şiddet coğrafyasında ne ölçüde işlevsel olabilir diye sormak mümkün, lakin başka çaremiz yok.
Açlık grevi demokraside mesaj verme araçları içinde en ıstıraplı olanıdır. Fakat “ölüme yatırma”, böyle görülemez. “Ölüm” asla iyi bir metot olamaz. Açlık grevi sona ermeli, demokratik metotlarla konuşulmalı.
Kürt meselesi maksimalist taleplerle ve “ölüm” metotlarıyla böyle kendisini “çözülemez sorun” olarak dayatmaya devam ederse... Hükümet de demokrasinin ve parlamentarizmin müzakere ve uzlaşma imkânlarını kullanmada ayak sürürse... Korkarım, Balkanlar’da yaşanmış korkunç facialar bir gün solda sıfır kalabilir!
Paylaş