ERDOĞAN VE İDAM CEZASI (4) Pozitif hukuk esnetilebilir mi?
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan, geçen hafta Kızılcahamam’daki konuşmasında belirttiği gibi, devlete yönelik suçlar dışındaki idam cezasını affetme yetkisinin devlette değil maktulün ailesinde olduğunu savunuyor.
Dünkü yazımızda vurguladığımız üzere, bu görüşün kaynağı İslam hukukudur. Erdoğan’ın bu yöndeki görüşleri de onun dini inancının bir parçasıdır. Gelgelim, kutsal metne dayanan bir kuralın üstelik Başbakan tarafından laik bir hukuk düzeni içinde öne sürülebilmesi hassas bir tartışmayı beraberinde getiriyor.
Laiklik ilkesi açısından ana kuralı baştan koyalım. Pozitif hukuk düzeninin kurallarını koyan yasalar dini kaynakları esas almamak durumundadır. Yürürlükte olan Anayasa’nın 24’üncü maddesi de “Kimsenin devletin hukuki temel düzeninin kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramayacağını” belirtiyor. Pozitif hukukun ve Anayasa’nın gereklerini bir an için bir tarafa koyup, meseleye Erdoğan’ın yaklaşımının kamu düzeni açısından yaratacağı pratik sorunlar bağlamında yaklaşalım. Affetme yetkisi maktulün ailesine tanıdığında ve aile belli bir tazminat miktarı üzerinde katilin yakınlarıyla anlaşıp helalleştiğinde mesele dinen kapanmış oluyor. Oysa pozitif hukukun geçerli olduğu bir ülkede işlenen bir cinayet kamu düzeni kavramı ile doğrudan ilişkilidir, kamu düzenini tehdit eden bir davranış olarak görülür; meselenin çözümü ailelere bırakılmaz. Kamu otoritesi katili yakalamak, yargılamak ve yasadaki yaptırımı kendisine uygulamak durumundadır. Ailelerin devreye girmesi kamu otoritesini devre dışı bırakacak, bunun sağladığı caydırıcılığı ortadan kaldıracaktır.
İdam cezasının affı meselesinin Erdoğan’ın istediği şekilde düzenlendiğini varsayalım. Bu kez karşımıza ikinci bir soru çıkıyor. Kutsal kaynaklarda yer alan hükümleri bugün pozitif hukukun bir dizi yasayla yaptırıma bağlamış olduğu konulara uygulamaya başladığımızda sınırı nerede çizeceğiz? Buradaki mesele, Kuran’da yer alan birçok ayetin bugün Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu gibi pozitif hukukun da düzenlediği konularla ilgili olmasıdır. Ahkâm ayetleri dediğimiz bu hükümlerle pozitif hukuk kuralları arasında yaptırımların niteliği itibarıyla bir çatışma söz konusudur. Bu çerçevede basit bir örneği miras hukukundan verebiliriz. İslam hukukunda miras paylaşımında kadın ile erkek arasında eşitlik söz konusu değildir. Kız kardeş, miras paylaşımında erkek kardeşin yarısı kadar hisse alır. Oysa Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra yürürlüğe giren Medeni Kanun’da mirasta kadın ile erkek arasında mutlak eşitlik tanınmıştır. Şeri kuralların esas alınması yolu açılırsa, bu adım diğer alanlarda, örneğin miras paylaşımı açısından da emsal oluşturmayacak mıdır? Bir kere bu yola girildiğinde şeri kurallardan hangisinin uygulanıp hangisinin uygulanamayacağına hangi ölçülere göre karar vereceğiz? Bu gibi örnekler ve bunlar üzerinden yöneltilebilecek soruların listesi uzatılabilir.
AK Parti’yi kuran kadroların, Milli Görüş çizgisinden ayrılırken yaptıkları önemli bir taahhüt devlet yönetiminde dini kuralların değil, anayasa ve kanunların referans alınacağını belirtmeleri olmuştu. Neresinden bakılırsa bakılsın, Başbakan’ın idam cezasının affı bağlamında sergilediği yaklaşım bu taahhütten uzaklaşıyor ve laiklik ilkesini boşlukta bırakıyor. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne taahhütleri çerçevesinde mevzuattan idam cezasını tümüyle tasfiye eden reformu 2004 yılında TBMM’den geçiren başbakan olarak Erdoğan’ın bugün kendisiyle çelişen bir noktaya gelmesi bu tartışmanın bir diğer düşündürücü boyutudur.