Paylaş
Tarih boyunca dünya üzerinde bir tek tane ülke, devlet veya toplum gösteremezsiniz ki, bilim ve o bilimden doğan teknolojik gelişmeler olmaksızın zenginleşmiş, refaha ermiş olsun.
Bugün imrendiğimiz, ‘dünyanın on ekonomisinden biri’ dediğimiz ülkelerin tamamı, son tahlilde Ali Nesin’in dediği gibi, şeylerin arkasındaki matematiksel kanıtı anlayabilmiş ülkeler. Öyle olduğu için zenginler, öyle olduğu için halklarına refah yaratabilmişler.
Türkiye ise maalesef, ‘Zengin olabilmemiz, daha müreffeh bir toplum olabilmemiz sadece ve sadece arkadaki matematiksel kanıtı anlamamıza bağlı’ noktasından bir hayli uzak.
Bu topraklarda dünya biliminde öncü rollerden birinde olma konumumuzu kaybedeli 400 yılı geçiyor. Bu rolümüzü kaybettiğimiz için gerilediğimizi, bir imparatorluğun çöktüğünü kabul edemiyoruz, anlamıyoruz hala.
Sık sık geçmiş zamanın ihtişamına yeniden kavuşmak konusunda rüyalar görenler, o özlem içinde olanlar da bunu anlamıyor. İşin özündeki matematiksel kanıtı anlamıyorlar yani.
Türkiye’nin herhalde siyaset yaparak daha iyiye gidebileceğini, daha iyi siyasetçiler yönettiği zaman ülkemizin ‘eski muhteşem günleri’ne döneceğini sanıyoruz.
Fena halde yanılıyoruz.
Siyasete verdiğimiz bu aşırı önem yüzünden önceliklerimizi şaşırıyoruz, hatta bizi işin özündeki matematiksel kanıtı anlayabilen bir toplum yapacak şeyleri önem sıralamamızda çok ama çok gerilere atıyor, onun yerine son derece gündelik konulara gereğinden hayli fazla zaman ve enerji harcıyoruz.
Açıkçası, yaptığımız Bizans düşerken meleklerin cinsiyetini tartışmaktan çok da farklı değil.
Oysa Türkiye’nin temelleri, modern cumhuriyetin, daha da önemlisi bu ülkenin dünya üzerindeki varlığını konumlandırdığımız iddialarımızın temelleri ciddi biçimde sarsılıyor.
Bana soracak olursanız dün gazetelerimizdeki en önemli haber, Hürriyet gazetesinin 26. sayfasındaydı. Gazetemizin Nuran Çakmakçı yönetimindeki Eğitim Sayfası’nda Gönül Koca ve Şebnem Arat imzasıyla çıkan haber, yıllardır süren bir eğilimin bu yıl da ciddiyetini koruduğunu ve bu yıl üniversite tercihlerinde 20’nin üzerinde üniversitemizin temel bilimler bölümlerine, yani fizik-kimya-biyoloji-matematik bölümlerine neredeyse hiçbir öğrencinin kayıt yaptırmadığını ortaya koyuyordu. Hatırlayın, geçen yıl üniversitelerimizde tam 25 tane temel bilimler bölümü öğrencisizlik yüzünden YÖK tarafından kapatılmıştı. Yakında herhalde üç beş tane temel bilimler bölümü dışında üniversitelerimizde ‘bilim’ kalmayacak, bol bol ‘sosyal bilim’ ve ‘tıp’ yapıp kendimizi ‘bilimci’ sanacağız.
Bana soracak olursanız Türkiye’nin acilen tartışıp çözüm bulması gereken en önemli konusu budur: Gelecekte fizikçimiz, kimyacımız, biyoloğumuz, matematikçimiz olmazsa, bir geleceğimiz de olmaz!
Hatırlatmama gerek var mı? Bilimimiz olmazsa kendi teknolojimiz de olmaz. Bilim ve teknolojimiz olmazsa, başkalarının teknolojisini ithal ederiz, en fazla taklit ederiz. Bu da bizi o başkalarının kölesi yapar!
Çocuklar neden bilimden kaçıyor
ÜNİVERSİTE sınavını kazanan yüzbinlerce insan bir yana, en yüksek puan alan ilk 50 bin kişinin içinden neden 450-500 kişi bile çıkmıyor temel bilimler fakültelerine gidecek?
Normal şartlarda üniversite sınavını en yüksek puanla kazanan ilk 1000 kişi içinden bu kadar öğrencinin çıkması, onların tıp veya mühendislik yerine temel bilimleri seçmesi gerekir.
Ama hayır, bizim çocuklarımız bilimden kaçıyor. Peki ama neden?
Yaygın konuşulan bir izah, temel bilimler mezunlarına bir kariyer hedefi gösterilmemesi. Bundan kasıt da genellikle, fen fakültesi mezunlarının öğretmenlik yapamaması.
Şahsen matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi derslerin öğretmenlerinin bu temel bilimlerin öğretildiği fakültelerin mezunu olmasını eğitim fakültesi mezunu olmalarına yeğlerim ama bu fakültelere öğretmenlik hakkı verilmesinin birden bu okullara olan ilgiyi arttırmasını beklemem.
Arkadaki sorun veya sorunların, çocuklarımızı bilimden kaçıran sebeplerin bilimsel yöntemlerle iyi araştırılması ve hızla buna çare bulunması gerekir.
Paylaş