Paylaş
Konunun boyutlarını kavrayabilmek açısından örgütün taleplerini kısaca hatırlayalım:
“1) Abdullah Öcalan’a İmralı’da uygulanan tecridin son bulması, müzakerelerin başlaması için kendisine dönük sağlık, özgürlük ve güvenlik koşullarının oluşturulması.
2) İnkâr politikalarının son bulması, Kürtçe kimliği ve Kürtçe ana dilde eğitim başta olmak üzere tüm hakların tanınması ve ana dilde savunma.
3) Askeri operasyonlara ve siyasi, yargısal ve psikolojik saldırılara son verilmesi...”
* * *
Başbakan Erdoğan’ın ilk başlarda sorunu önemsememe şeklinde sergilediği tutuma karşılık, gelen son işaretler hükümetin sorunun ciddiyetinin boyutlarını algıladığını ve yavaş yavaş harekete geçmeye başladığını gösteriyor.
Sanıkların mahkemelerde Kürtçe savunma yapabilmeleri için Adalet Bakanlığı’nın başlattığı hazırlığın hızlandırılarak dünkü Bakanlar Kurulu’na getirilmesi, ayrıca Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açıklamaları bu çerçevede görülmelidir.
Keza, Erdoğan’ın Kızılcahamam’da Öcalan’ın ailesiyle görüşmesi önünde bir engel olmadığını belirtip, avukatlarla görüşmesine kapıyı kapaması, İmralı üzerindeki tecridin ancak sınırlı bir şekilde kaldırmasına yanaşacağını gösteriyor.
Bu başlıktaki sınırlı bir adımın örgütü tatmin etmesi güçtür. Bu arada, ana dilde eğitim gibi ancak anayasa değişikliği ile mümkün olan talepler de var. Örgütün bazı talepleri de son derece muğlaktır.
* * *
Her müzakereye maksimum taleplerle başlanır. Buna karşılık, bazı başlangıç adımları sorunun tümünün çözümü üzerinde belirleyici bir etki yapabilir. Örneğin, Öcalan’ın avukatlara erişiminin sağlanması çerçevesinde kendisinin de açlık grevlerinin sona erdirilmesi yönünde bir çağrı yapması, düğümü çözen bir adım olabilir.
Gelgelelim bu yönde sergilenecek her milim esnekliğin hükümetin önüne koyacağı önemli bir siyasi maliyet olacaktır. Bu takdirde Başbakan Erdoğan, Öcalan’ın Kürt siyasi hareketinin başat aktörü olarak yeniden sahnedeki yerini almasını kabullenmek durumunda kalacaktır.
Geri adım atmaktan pek hazzetmemesiyle tanınan Erdoğan, muhtemelen örgütün bu hamlesi karşısında ödün verdiği görüntüsünün yaratabileceği siyasi riskleri hesaplıyordur.
Kabul edelim ki, PKK, Erdoğan’ın siyasi açılım siyasetini bırakıp topyekûn güvenlik politikalarına yönelmesine, kendi açısından çok etkili bir silahla karşılık vermiştir. Bu hamle, belli talepler öne sürerek, bunları elde etmek için kontrolündeki insanların hayatlarının açlık grevleri yoluyla masaya konmasıdır.
* * *
Açlık grevi eylemine katılmış olan PKK hükümlüsü ya da tutuklularının sayısı dün itibarıyla 69 cezaevinde 716’ya yükselmişti.
Burada kaygı verici olan, açlık grevlerinin uzamasıyla birlikte, eyleme katılanların bünyelerinde ağır hasarların meydana geldiği kritik eşiğe doğru gidiliyor olmasıdır. Girilen sürecin çözüm bulunamazsa Kürt sorununu daha da içinden çıkılmaz bir hale getireceği aşikâr. Hapishanelerinde Kürt mahkûmların açlık
grevlerinde hayatlarını kaybettikleri bir ülke görüntüsü, Türkiye’yi yöneten AK Parti hükümeti açısından taşınması ağır bir sonuç yaratabilir.
Varılan noktada sorunun ağırlığı, hükümetin imajı meselesinin ve siyasi ödün tartışmalarının çok ötesine geçmiştir. Açlık grevindekilerin hayatta kalmasıyla ilgili insani mülahazalar diğer bütün hesapların üzerine çıkmak durumundadır.
Paylaş