Paylaş
“Kamuoyunda hükümet yanlısı olarak bilinen veya en azından hükümete karşı nötr tavırlarıyla tanınan bazı insanlar, bu kapalı toplantılarda yabancılara kapkaranlık bir Türkiye fotoğrafı sunuyorlar. Anlattıkları tablo öyle, burası siyah şurası beyaz falan değil, dörtdörtlük bir baskı rejimi sözünü ettikleri.”
Ankara’daki Cumhuriyet yürüyüşünün engellenmek istenilmesini doğru bulmayan bazı bakanlar da bu görüşlerini gazetecilere isimlerinin yazılmasını istemeyerek söylemişlerdi. Bu yeni bir durum değil.
Yabancı gazetelerde de işadamlarının ve bazı aydınların böyle isimlerini vermeden hükümeti eleştirdikleri ile ilgili yorumların yayımlandığını biliyoruz. Bunun bir tek nedeni var: Başbakan’ın eleştiriye tahammülü yok. En sıradan eleştiriye bile öfkelenebiliyor, öfkesinin sınırı da yok, insanın başına gelebilecek en hafif şey azarlanmak!
Taksim’in yayalaştırılma projesinde kendilerince buldukları yanlışları düzeltmek için bir sivil toplum kuruluşu çatısı altında toplananlara söylediği söze bakın: “Be hey gafiller, biraz kendinize gelin!” “Kendilerine gelmelerini” gerektirecek ne yapmışlar? Bir dernek kurup, fikirlerini açıklıyorlar sadece!
Ama Başbakan’ın “ileri demokrasisinde” buna yer yok. Fikir açıklamak serbest ama sadece Başbakan’ın hoşuna giden fikirler için geçerli!
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu bile herkesi çağırıp sorular sorarken, “Başbakan’ı çağıralım mı, yoksa küçük bir heyet halinde ziyaretine mi gidelim” konusunu “değerlendiriyor”muş.
Milli iradeyi temsil ediyorlar ama onlar bile sıra Başbakan’a gelince onu sinirlendirmeden nasıl soru sorabileceklerini düşünüyorlar. Bu hayra alamet bir gidiş değil.
İşkenceciyi korumak sistematik!
BEŞ yıl önce gözaltına alındığında bir vatandaşı karakolda döven 7 polisin yargılandığı davada, savcı sanıklar için beraat istedi.
İşadamına karakoldan çıktıktan sonra verilen doktor raporlarında şunlar yazılı: Altdudağında kesik, yüzünde ve vücudunda yara ve şişlikler, burunda yumuşak doku travması ve distal uç kırığı! Bu tanılar nedeniyle vatandaşa 21 gün iş göremez raporu da verilmiş. Savcı mütalaasında bu durumu şöyle değerlendiriyor: “Nezarette duvarları yumruklayıp, kendi kendisini yaraladı!”
Belli ki savcıya göre vatandaş duvarı yumruklayınca, duvar da sinirlerine hâkim olamayıp vatandaşı bir güzel benzetmiş!
Üstelik bu olay nedeniyle sanık durumunda olan polislerden biri, bir başka “karakolda dayak” nedeniyle açılan davada 8 yıldan az olmamak üzere 10 yıl hapis cezası istemi ile yargılanıyor!
Demek ki o davanın savcısı, sanıkların kendilerini duvarlara vurup yaralayabilecekleri olasılığını hiç aklına getirmemiş!
Yetkililer her fırsatta Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin “sistematik” olmadığını söylüyorlar ama her gün vatanımızın bir değişik köşesinde benzer olaylar yaşanmaya devam ediyor.
Bunun bir tek nedeni var: İşkence ve kötü muamele belki sistematik değil ama işkencecilerin devlet aygıtı tarafından korunması sistematik!
Bu tür alışkanlıkları olanları önce amirleri koruyor, onların koruyamayacağı durumlarda da adalet sistemi.
Kimse örnek olacak bir cezaya çarptırılmadığı için aynı şeyler tekrarlanmaya devam ediyor.
Köşk’ün daveti ve pazartesi soruları
GEÇEN gün Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki 29 Ekim davetine barajı geçememiş bazı sağ partiler çağrılırken sol partilerin çağrılmadığını yazmıştım. Ertesi gün Köşk’ten bu konuda bir açıklama almış, onu da yayımlamıştım. Köşk’ten yapılan açıklamada DSP ve ÖDP’nin davet edildikleri, DSP yöneticilerinin de davete katıldıkları belirtiliyordu.
Köşk’e sol partilerin davet edilmediğine ilişkin haberler gazetelerde 27 Ekim tarihinde yayımlandı.
26 Ekim günü DSP’deki bayramlaşmada DSP Genel Sekreteri, partilerinin davet edilmediğini, bunun ayrımcılık olduğunu söyledi, bununla ilgili açıklama DSP’nin internet sitesinde 26 Ekim günü yayımlandı.
Daha sonra DSP Genel Başkanı Masum Türker ile konuştum. Türker, bayramın üçüncü günü Köşk’ten arandıklarını ve davetiyenin nereye gönderilmesinin istendiğinin sorulduğunu ve davetiyenin resepsiyondan bir gün önce kendilerine ulaştığını söyledi.
Belli ki gazete haberlerinden sonra Cumhurbaşkanı ilgilileri uyarmış ve davet bunun üzerine yapılmış. Nitekim Masum Türker de bunu doğruluyor, Cumhurbaşkanı’nın bir “yanlışlık yapıldığını” söylediğini belirtiyor.
Öyle anlaşılıyor ki Köşk bürokratları kraldan daha kralcı bir tutum içine girmişler, sonra uyarılınca durumu düzeltmişler.
Bu açıklamadan sonra pazartesi sorularımıza geçebiliriz. Canı sıkılanlar için şarkımız Erkin Koray’dan: Deli kadın sen hiç beni anlamadın!
1 – KPSS sorularını çalan çete neden hâlâ yakalanamadı?
2 – Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast düzenleneceği iddia ediliyordu, ortada ne iddianame var ne de bir sanık. Suikast girişimi var mıydı, yok muydu?
3 – Suudi Arabistan Kralı’nın, Türkiye ziyareti sırasında devlet büyüklerimizin eşlerine verdiği hediyeler neden zamanında yasalara uygun olarak beyan edilmedi?
Paylaş