BİR harmonizasyon sorunu var... Hükümetinin bakanları Nobel Barış Ödülü’nün Avrupa kıtasında barışın yerleşmesinde yaptığı katkıdan dolayı (ikiyüzlü) Avrupa Birliği’ne verilmesini “kınadıklarını” açıklayıp, bu kararı protesto ediyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise Nobel Barış Komitesi’nin kararını gecikmiş bulduğunu söyleyerek, şöyle övüyor:
“Yaşanan tüm zorluklara rağmen AB’nin küresel alanda bir barış projesi olmayı sürdürdüğü görülüyor. AB’nin, özellikle de son dönemde Nobel Barış Ödülü’nü almaya hak kazanması, Birliğin barışa katkısını ifade ediyor. Esasen Doğu ve Batı Avrupa’nın birleşmesinde oynadığı rol nedeniyle bu ödül AB’ye daha önceden verilebilirdi, verilmeliydi...”
* * * Erdoğan’ın son Almanya gezisi, çoktandır ihmal edilen AB’ye tam üyelik perspektifini yeniden Türkiye’nin gündemine getirip “hedef tazelemek” bakımından yararlı oldu. Başbakan, siyasi mülahazaların yanı sıra, dış ticaret, yabancı sermaye girişi, turizm gibi ekonomik faktörler açısından da AB’nin Türkiye açısından taşıdığı hayati önemin altını çizdi.
Önceki akşam Berlin’de Nicolas Berggruen Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada, Başbakan’ın AB konusundaki en ilginç çıkışlarından biri “Biz süreci devam ettiriyoruz. Çok oyalanmadan kararınızı verin. Biz de bu kararı uygulamaya koyarız, saygı da duyarız. Ama bu kararı vermesi gereken merci AB’dir” mesajını vermesiydi.
“Bizi almayacaksanız uzatmadan bunu bildirin” deyip AB’yi köşeye sıkıştırmaya çalışırken, aslında tam üyelik sürecinden çekilecek tarafın Türkiye olmayacağını vurgulamış oluyor Erdoğan. Süreci koparma kararını iki taraf da göze alamayınca sonuçta müzakere sürecinde bugün yaşanan kilitlenme, tıkanma durumu ortaya çıkıyor.
* * *
Erdoğan, tam bu noktada Türkiye’nin bir acelesi olmadığını, büyük bir krizin içinde savrulmakta olan AB’nin mevcut krizden çıkmasını ve aynı zamanda Birliğin geleceği ile ilgili tartışmaların sonuçlanmasını bekleme eğilimine girdiğini belli ediyor. Başbakan, “AB’nin geleceğiyle ilgili tartışmaların birkaç yıl içinde somut önerilere dönüşmesini” bekliyor.
Aynı konuşma, bu önerilerin neler olabileceğine ilginç ipuçları da içeriyor. Örneğin, İngiltere’nin Türkiye’ye “Eurozone’a girmeyin önerisinde bulunduğunu, kendisinin de öyle düşündüğünü” belirtiyor Erdoğan.
Başbakan, yaşanan krizin “AB’nin entegrasyon sürecinin esnekleştirilmesi ihtiyacını” ortaya çıkardığını da vurgulayarak, “Geleceğin Avrupası’nda bazı üye ülkeler daha yavaş entegrasyonu tercih edebilirken, örneğin Avrupa bölgesi ülkeleri veyahut euro bölgesi ülkeleri daha ileri bir siyasi ve ekonomik birlik modeline doğru ilerleyebileceklerdir” diye konuşuyor.
Başbakan’a göre, “Ortak amaç ve değerler korunabildiği takdirde böyle bir yapıda halkının tercihleri doğrultusunda her ülke yer bulabilecektir.”
Bu sözleri, Erdoğan’ın derinleşme yönünde yol alan homojen bir AB entegrasyonu yerine, kendi içinde çok katmanlı gevşek bir modeli Türkiye açısından daha isabetli gördüğünü gösteriyor.
* * *
Erdoğan’ın Berlin konuşmasındaki önemli bir eksiklik, AB’nin AKP kurmayları tarafından “çöp sepetine atılan” son İlerleme Raporu’nda ifade özgürlüğü ve insan hakları konularında getirilen kuvvetli eleştiriler karşısında sessiz kalmayı tercih etmesidir.
Şu nokta da dikkat çekici değil midir? Önceki gün öğle saatlerinde Ankara’da partisinin grup toplantısında bir yüksek gerilim hattı üzerinden konuşan, hatta 29 Ekim’de göstericilere sert davranmadığı için polis görevlilerine çatan Erdoğan ile aynı günün akşamı Berlin’de “Avrupa değerleri”nden, “Avrupa fikrinin ileriye taşınması” gereğinden, “AB ile ortak gelecekten” söz eden de aynı Erdoğan’dır.